"Bazen bazı şeyleri göremeyiz. Nereye gittiğimizi bilmeden koşarız. Acele ederiz. Hep önümüze bakarken düşeriz. Bazen yeniden ayağa kalkamayız. Diz, bağlanma, bırakabilme, kopma, geri çekilme kapasitesini temsil eder. Çünkü sadece geriye doğru bükülmeye izin veren bir bağlantı yeridir. Dizdeki acı, o insanın hayatındaki bir acıyı kabullenmekte zorlandığına işaret eder. Ve iyileşme de ruhsal iyileşmeye paralel gerçekleşir."
Fiziksel rahatsızlıkların ruhsal nedenlerinin de olabileceğinin hatırlatılmasıyla başlar film. Düşünmek için bolca vaktinin olacağı kadın karakterin yakın geçmişi -hemen hemen on yılını- çoğunlukla ufka bakarak ve yalnız başınayken sorguladığına tanık olurken neden ve nasıl bu duruma geldiğini görmek adına geçmişe dönülür sık sık.
Dalgalı bir deniz görünür bazı anlarda. İnsana uçsuz bucaksızlığıyla derin bir özgürlük hissi veren denizi, camekânın ardından izlemek zorundadır kadın. İçinden koşarak denize girmek istediği anlarda, sakatladığı dizi ona engel olur. Ruhsal anlamda düşmek yetmezmiş gibi, beyni bu düşüşe denk sert bir çakılma ayarlayacaktır ona. Belki de eğlenmek, kafa dağıtmak için gittiği kayakta, tehlikeli bir kaza geçirir ve dizini sakatlar, herkese uzunca gelecek bir süre de destek almadan yürüyemeyecektir.
İşin kötüsü, hayatında şikayetçi olduğu ve sırf bu nedenle de dengesini kaybettiği tüm belirsizliklere, bir de ne zaman iyileşeceğinin belirsizliği eklenir. Önünde ne kadar süre olduğunu bilemez, bu halde kendi hayatını gözden geçirdiğinde olaylar hiç iç açıcı görünmemektedir.
Başrolde iki kişi vardır. Erkek ismine sahip kadın karakter Tony ve tutarsızlığı ile kendi hayatı da dahil etrafındaki herkesin yaşamını zorlaştıran Georgio.
İzleyici olayları kadının gözünden izler, çünkü yaşadığı talihsiz kazadan ötürü rehabilitasyon merkezinde geçmişini sorguya çeken o’dur. Bu nedenle de tanıştıkları andan çok kısa bir süre sonrasında sağlıksız bir ilişkiye dönüşmesi konusunda yargılayacağımız karakter erkek olacaktır. Tek bir haklı ya da haksız yoktur oysaki. Uzunca süren filmin ortalarında Georgio’nun hayatı ile ilgili yapacağı itiraf, Tony’nin onu aslında tanımadığını anlamasına yol açar. Bu gerçekten birbirini tanıma konusu için spesifik bir zaman diliminin olmaması bir yana, tarafların neye, ne için inanmak istediğiyle ilgilidir biraz da.
Toplumsal cinsiyet rollerinden, kadının erkeğe nazaran daha narin olması, erkeğin ise her daim güçlü olma zorunluluğunun ne kadar yanlış olduğuna bir örnek niteliğindedir iki karakter de. Tony başarılı bir kadın avukatken kendisini aile kurmak ve ilişkiler konusunda başarısız hissetmektedir, ismi için de erkek ismi benzetmesi yapılmaktan geri konulmaz. Kendisini tam hissedebilmek adına birine, aileye ihtiyacı olduğunu düşünür, hâlbuki bu tamamlanma olgusu yanlıştır. Georgio ise karşısındakine zayıf olduğu yanları göstermemek adına kaçıngan tavırlarda bulunan, inişli çıkışlı bir ruh haline sahiptir. Başlarda eğlenceli gelen tüm bu yönleri esasında aldatıcıdır.
“Çünkü bana göre bir kocanın, bir babanın bocalamaması gerekir. Her şeyi bir arada tutması gerekir. Her durumda güçlü olması gerekir… Beni güçlü görmeni istedim. Kötü olduğum anlar sadece bende kalsın, sadece beni ilgilendirsin istedim; çünkü öyle anlarda gerçek bir pislik gibi davranabileceğimi biliyorum. İçten içe, aslında öyle bir adam olduğumu biliyorum.”
İlişkide sergilenilmesi beklenen tavırların toplumsal cinsiyet rollerine göre şekillenmesi, yetişkin bireyler olsalar da zaman zaman baskı altında hissettiklerine işaret. Bir aile olabilmeyi ancak bir çocuk sahibi olduklarında başarabileceklerine inanmaları da yine bu toplumsal baskıların bir tezahürü. Nitekim sırf Georgio “artık çocuk sahibi olması gerektiğine” inandığı için bu kararı belki de hiç hazır olmadığı halde alan ve annelik duygusu-annelik görevleri konusunda bocalamasına sebep olan bir kadın karakter mevcut. Öyle ki hamileliği döneminde kararı tek başına almış gibi yalnız bırakılan ve zor anlar yaşayan Tony’nin terapi gördüğüne tanık oluyoruz. Neredeyse tüm süreci yıpratıcı nedenlerin verdiği stresle yürütmeye çalışan Tony için bu durum bir heyecandan çok daha farklı bir şeye bürünüyor.
İşler çocuk sahibi olduktan sonra daha da zorlaşıyor haliyle. Yetişkinlik döneminde yaşanan tüm sorunların, çocuklukta aile bireyleri, en çok da anneyle kurulamayan sağlıklı bağlardan kaynaklandığı düşünülürse, bir masal kahramanının adına sahip Simbad için bir o kadar üzülüyoruz, çünkü her anlamda yanında olmasına ihtiyaç duyduğu anne ve babasının yaşadığı süreç kendi içinde bir girdaba dönüşüyor ve neredeyse annesinin hayatına son vermesine sebep olacak hale geliyor.
İnsan hemen hemen her konuda, başarısız olduğunu kabullenmekte zorlanan ve insan ilişkilerinde ego çatışmasına çabucak kapılabilen bir varlık. Karşısındaki kişinin kadın ya da erkek olması fark etmeksizin herkesin kendi bildiğini karşısındakine dikte etmeye çalıştığı, kimsenin neredeyse birbirini hiç dinlemediği ve sırf bu nedenle de belki aynı fikirde olacakken bile karşıt düşen ve sürekli bir tartışma halinde olduğumuz zamanlardan geçerken Mon Roi, izleyiciye ilişkilerde bu başarısız olma halini kabullenmeme veya her şeyi yoluna koyma inadı uğruna nelerden olunabileceğini hatırlatan bir film.
Kendisini mutsuz, değersiz ve yalnız hissettiren bir ilişki içerisindeyken her anının belirsizliklerle dolu olduğu güvensiz ruh hali kadın karakterin geçmişinde gizli. Rehabilitasyon merkezinde kendisinden yaşça küçük, yirmili yaşlarının başında olan birkaç gençle zaman geçirdikçe gülebilmeyi ve eğlenebilmeyi hatırlayan, fiziksel olarak ağrı hissettiği anlara rağmen yanlarında rahat hissettiği insanların yanında bunları unutan kadın karakterin, yalnızca fiziksel değil ruhen de bir iyileşme yolculuğunda olduğunu görürüz.
Çoğu insanın yaşadığı hayatın içinde durup düşünmeye, olayları dışardan bir gözle görme fırsatı olmadığından daha sonradan ona iyi gelmediğini fark etse bile daha erken davranamadığı anlar olur. Bu rehabilitasyon süreci de kadın karakterin “acı çektiği anlar” olmasına rağmen olayları yeniden düşünmesine, geçmişi sorgulamasına neden olur. Neden orada olduğunu, nasıl bu kadar yorgun ve yalnız olduğunu düşünme fırsatı elde eder, önceleri tek başına ve karamsar bir ruh haliyle. Daha sonraları ise biraz olsun rahatlamış görünecektir, etrafındaki insanların biraz da yaşlarının vermiş olduğu umursamazlık, neşeli halleri ve havadan sudan konuşmaları sebebiyle. Ama belki de en çok yaşadığı durumda “yalnız olmaması sebebiyle.”
Başlangıçta ona tedavi süreci için net bir zaman verilmediğinden bir daha asla yürüyemeceğinden şüphe eden kadının bu endişesi daha sonra farklı yaşlarda olsalar da da kendisiyle benzer süreçte olan insanlarla bir arada olup zaman geçirdikçe azalacaktır.
Kadın karakterin tek endişesi tekrar yürüyememek dışında, izleyiciye aslında gerçekten isteyip istemediği konusunda net bir şey sunmayan çocuk sahibi olma kararı sonrasında iyi bir ebeveyn olma süreci ve beraberliğinin ne kadar sağlıklı olduğuyla da ilgilidir.
Dizini sakatlaması, tedavi olması ve tekrar yürüyebilmek adına sürekli egzersizler yapması fiziksel bir durumken, ruhsal anlamda yürüyebilme durumu da hayatına kaldığı yerden devam edebilme anlamına gelmektedir. Tökezlemişken durup dinlenmesi, her şeyi tekrardan gözden geçirmesi gerekir ve bu tökezleme hali başlangıçta acı veren bir olgu olsa da aslında yeniden başlayabilmek adına bir moladır.
Filmde hayatının yaklaşık on yıllık bir sürecinde yaşananların anlatıldığı kadın karakterin avukatlık mesleğinde onu sarsacak kadar kötü bir durum yaşanmamışken, başlangıçta bir masal gibi gelen ama zamanla kabusa dönüşen, yaşadığı sağlıksız ilişki hayattan kopmasına neden olacak kadar kötü etkiler ve dengesini alt üst eder.
Orta yaşlarına rağmen tıpkı ergenlik çağındakiler gibi davranan, tutarsız halleri, yanlış seçimleri tutku gibi gören bu iki insanın gitgide birbirlerine benzemesi, kadının başlangıçta daha sağlıklı bir ruh halindeyken giderek isyan etmesi ve “Ne bir arada ne de ayrı” halleri akla başka bir filmi de getirmekte. Jeux d’enfants. Hem kendisine hem de karşısındakine verdiği zararla yok olan iki insan gibi, Tony ve Georgio da bu kısır döngüden çıkamayacak gibi görünür finalde seyircisine.
Son olarak Türkçeye “Prensim” olarak çevrilen filmin Fransızca orjinalindeki çevirisinin “Kralım” olması filmin algılanışında şöyle bir ikilem yaratıyor. Georgio başta her ne kadar kadın karakter için prens gibi görünse de onu, kendi seçimlerini kabul ettirmek adına bir boyun eğişe zorluyor, bu anlamda tıpkı tüm gücü elinde bulunduran bir kral gibi. Bu nedenle film boyunca onu, ideal diye adlandırılan her ne ise ona uygun bir prens olarak değil, karşısındakinin hayatını zorlayan, istediklerini kabul ettirmek konusunda dirençle karşılaşınca psikolojik şiddet uygulayan ve eleştiren kötü bir kral figürü olarak görüyoruz.
Fotoğraf kaynak: https://pin.it/4vGEMvu