dedim ki, gezmeli şu `düş`kenti kendimin dışından. görmeli ne alemlere gebe, aynı `turkuaz`a yakın `gökkubbe` altında uyandığımız, gün boyunca alı konuldukları yerlere giderken, illa ki bitiştirilerek can bulan bu insanlar. izlemeli dedim, kendi kabuğumdan çıkıp insan soyunu. dilimde ‘`istanbul sokakları`’ koyuldum yola. hani insan kendine bak(a)maz suçu bir şeylere atar ya, işte ben de, yetimliğini üstlendiği ayrılığının suçunu bu kente atmış bir yalnız gibi söyleyerek baktım kalabalıklara. göremedim kendimi içlerindeyken. dayanamadım üzerime doğru yürüyenlere o an. istediğin zaman çıkarken iyi de kabuktan, sadece dışarıda mi kötü hayat? tek kişi bile değilken yalnızlıktan! dedim. kendime kızdım. ama baktım payıma palazlanmak düş(ür)müş(üm); yalnızlığına suç üstü yapılmış gibi yakalandım birden benden olmayan başkalarının rüzgarlarına. savruldum, sahipsiz kaldım kalabalıklar arasında. aradım bir hüzün(lü)yüz, çıkartsın beni aralarından; bakmasa bile yanımdan geçerken bende olan eşdeğerine. sonra, bulsam dedim birini. bil(ebil)sek 'hüzün bir başka yüzün\yüzün bir başka hüzün' lerimizi, aramızdan hüzünlerimizi çıkartsak; gizli yüzlerimiz kalacak. peki o zaman ne olacak? ‘tek başınalı gizli yüzler tanışıklı dövüşünün iki kişisinden biriyken, kendini, karşındaki, bir anlamda eşdeğeriyle savaşan insanın yerine koymak ne zor!’ dedim. sonra ansızın sızlayan, gizli yüzlerle kavgalarımdan yadigar yaralarıma tütün bastım. dedim, ‘en iyisi kendime gömülmeli.’ 'bu hayata dayanamayıp öldüysen şayet; üzerindeki taşta: "yalnız kendi ben' inin sen' indir" yazan mezarında biten bu ayrık(sı) otlar niye? bu seni sürekli ziyaret eden kargalar ne diye?' diye sordu aklım. '`ot hızı`yla geçen ömrümün ayrıksı tanımının devamıdır otlar. kargalarsa aşiretlerinde uğursuzluğundan yalnız bırakılmışlar ki bu sebepten beni ziyaret etmeleri doğal değil midir! bir `kuzgun`dan daha iyi kim taşıyarak ifade edebilir olduğum yerdeki siyah(lıg)ı?' dedim ben de. aklımı dinlemedim. kendimi kendime çektim. baktım en saf yerimden aynaya. aklım gördüğünde tanıyamadı, yanımda bulunca kendini. benden kurtulmak için, insanlardan başladı konuşmaya. 'ama top(ar)landıklarında hepsine aynı anlamı verirsin olur biter(mi?)' dedi. 'ellerimiz insan soyundan o anda kopup gider mi?' dedim ben de. 'gelmesiyle ağlatan insan, kalmasıyla neler yapmaz?' dedim. 'kendi hayatımıza sahip çıkamazken, biriyle yalnız kaldığımızda neler(i) düşünürüz?' diye sordum aklıma. 'bir korku, tedirginlik hali alıp gitmez mi içimizi. konuşsak sonra ne fayda, anla(t)sa bile içtekileri, ne kadar zor(dur) bir insanı anla(t)mak? pupasız bir gemi gibi, kollarından tutup güvertesiz bir limana savurmak. gelip karşılaşmak bir yol çatalında. ‘kolay mı?’ dedim, ‘`yoldaş`lık üzerinden düşünüldüğünde, ansızın birliğe soyunan iki insan olmak!' "iki insan bir araya gelince iki taşın beraberliği gibi olmaz. yabancılık üretirler ha bire\insan soyu iletkenliği ile ünlüdür öteki türler arasında. iki insan başka hiçbir yaratıkta olmayan geçirgen bağın başlatıcısıdır \iki insan bir araya gelince o `geçirgen` bağa bir ilmik atar. bazen fiyonk olur arada, bazen düğümlenir, yine de sonuna kadar, bu bağın götürdüğü yere kadar gitmez insanlar\dostluğa, kandaşlığa, aşka evet, evet; ama nereye kadar? \bunun bir son `kerte`si vardır. binlerce yıl iki insandan çok azı son kerteyi birlikte tanımıştır\sura üfürülürken, çan çalarken, ölü gömülürken iki insan tahsil eder zamanı\en doğrusu son kertede iki insan vakitsiz okunmuş bir ezandır" der ya derviş şair. kentin saçların gibi tarifsiz uzayan minarelerinde ezan vakti geldiğinde, o geldi çattı alnıma. aklıma dem(li) geldi. o yüzden de alnıma nedenlerle tıkıntılı köşegenli bir çizgi bıraktı. gitti. insanların akışkanlar mekaniğine tersliğimi görünce, iletkenliğime uzak dursunlar benden diye aynı kutuplu bir yabancılık ekledim. kapattım, iç cebime, karala(n)ma defterimin yanına koydum, tuttuğum `çetrefilli` moristanbul çetelesini. `iki oda bir yalnızlık`tan oluşan kendi kabuğuma döndüm. ‘`bir acıya kiracı`yken bu ev de neyin nesi?’ diye sordum kendime. vazgeçtim içerilerden, sokaklara çıktım. cafcaflı vitrin camlarında yüzüme baktım. kendimi tanıyamadım yansılarda. ben kimdim? kaybedilmiş ve bulunamamış ama silikleşse de sureti hep hatırlanmış biri miydim? ben sanırım yitiğin tekiydim. düşündüm de sonra bulamadım; ‘meğer, ne kadar zamandır başka hülyalarday mışım! ne kadar yor(ul)muşum da, kendimi tutarsız bir yalnızlığa iliştirip, sonu kötü biten bir filmin sonuna koymuşum? ya sürüklenirken hayatta(ki) kendimde duruşum? dur diyemediğimden sürüklenişime değil mi?’ diye sordum benimle beni yargılamadan soruşarak barışan, zayi olmaya yakın aklıma. 'cevaplar bulabilmek benim ne haddime' dedi. 'iyisi mi sen bir bilene sor.' sual kipinden öteye geçemeyen yitik cevapları aklımın, ellerimde kalan. baktım içim kapandı kapanacak - ki, `boş dükkana kira vermek` de var serde. - kendimi, elimde tek kalan şeye, seninle dolu o uzun sevilere vurdum. 'herkesin hayatında yüzü bu ufukta biten bir beklediği olsa gökyüzüne daha çok bakardık değil mi?' dedim olmayan sana sonra. yüzünün en güzel halini aklıma getirip baktım sana o an. düşledim birden, tam kaçacakken kendimden paltomu tutan ellerini. yüzümü kendine çevirişini. iç `bükülgen` bir aynadan beni içine çeker gibi bakıp gözlerime; 'her şey yalnız(lık) değil. bak ben yanındayım' deyişini.
şairin dediklerini anladığımda gözlerimi kaldırıp gözlerine baktım. o kadar `güzel`din ki! dedim ki, bende seni kalkındıran o güzelliğini hayatın içerisinden görünce : 'çok dönüşümlü güzelliği ve çirkinliği aynı anda yaşıyorum galiba?' aradım bir daha ol(a)mayacak ikimizi. düşündüm, duramadım. durarak düşünemedim. kendimi kıyılara, denizlere vurdum. banklarda oturdum, kıyılarda gezdim. çay bahçelerinde bardağa el, çığlıklarında martılarla bir oldum, kanatlarıma havailikler doldurdum. uçtum da uzaktan uzama uçtum. nereye estiği belirsiz rüzgarlarla savruldum. kendimi, konduğum yerde içimin seyranını izlerken buldum. içselliğimle de yapamadım, çabuk sıkıldım. sonra, baktım ki olmayacak, bu sarmal burkuntu beni benden koparacak. hayat beni ellerimden tutup kaçıracak. kendimden önce `cigarayı attım denize`. . .
sevişerek benzeşmek sonrası