Peki şimdiye kadar sustuklarıma değer bir cümlem olacak mı?

İri yaşlar akıyor kararan çirkin yüzümden 

Yemek borumdan burnumun direğine tırmanan

Gerçek duygularımın çürük, iltihaplı kokusu yakıyor genzimi 

Soğuk bir Orta Doğu gecesinde kararmış cezvenin isli karanlığına bakıyor gözlerim

Yanarak çatlayan odunlardan saçılan kıvılcımlar kadar parlak bir an bile var olamıyorum

Gece, kurumaya bırakılmış mor patlıcanların sulu gövdesinden tüm güzelliklerini çalarken 

İşte,

Göğsümünün kafesini zorlayan şişkin, hazımsız duygularım kararmış dudaklarımdan süzülen sarı safran zehri gibi acı acı yüzümde oyuklar açarak dökülüyor.

Tanıştığım herkesi ruhumun buhranlı bayağılığına boğuyorum 

Hiç kimsenin,  hiçbir şeyin ama şekilsiz taşlarımın efendisi 

benim farkımda değilsiniz, siz ve turkuaz sessiz gökyüzü

Kalbim öyle karardı, öyle karardı ki içimde damarlarımın içinde süzülerek yüzüme sıcak bir gülüş taşıyacak  bir damla  kan pıhtısı kalmadı

Tanrım, 

Beni susuz 

Beni yolsuz 

Beni onursuz 

Beni içi hamur dolu,  şişkin ve hazımsız bir ego ile göğsümün çeperini solduran sessiz sorularla bu bedene bıraktın 

Renklerim fark edilsin diye çırpınırken 

Soğuk toprağın kayış gibi merhametsiz avucunun  sertçe kavradığı milyonlarca bedenin benden daha parlak renklerini soldurduğunu anladım.

Artık hiçbir şeyi anlamaya yetecek kadar saygım kalmadı. 

Hiçbir yüz ruhumu fark edecek kadar bana dönük kalmadı. 

Ölülerin kendilerini avuttukları kadar durgun

Kedilerin neşesini çalacak kadar yalnız