[Fatih Sultan Mehmet (II. Konstantinopolis) 29 Mayıs 1453 Salı günü, 54 günlük zorlu bir süreçte Aziz Romano Kapısı’ndan zaferle giriş yapmıştı. Latinler panik halde evlerini ve servetlerini bırakıp Batı’ya giden gemilere binmek için limanlara kaçmışlardı. Fethin etkilenmesini istemeyen Mehmet, Zağanos Paşa’yı Cenevizlilere göndermiş; Bizans İmparatorluğu’nun verdiği imtiyazları vadetmesine rağmen çoğu Cenevizliler şehri terk etmiştir. 

 

Daha sonra Konstantinopolis’e, 1580’de Monsenyor Cedulini’nin teklifi üzerine (Galata ve Pera’yı tekrar canlandırma için) Rumca konuşabilen rahipler gönderilmesini istemiştir. Bu sayede de Yunanistan’da yaşayan Ruhban sınıfıdan Antonio Cedulini, Konstantinopolis’e  fetihte kaçıp bıraktığı babasının bıraktığı mirası sahip çıkmak için dönmüştür. Antonio Cedulini ve ailesi uzunca bir süre şimdiki Misk Sokağı’nda yaşıyorlardı. Bu hikaye ailenin son üyesi olan Luca Cedulini’nin anısını yaşatmak için yazılmıştır.]

 

Bu aile Azize Anna Cemaatinde yıllarca başkanlık yapmış hayırsever bir aile olsa da o eski ihtişamını kaybetmiş. Şimdiki ölen İstanbul gibi kendi ailesi de mirası da zamanla yok olma eşiğine gelmiştir. Cemaatin içinde İtalyanca ve Fransızca konuşulup aynı dille de ticarette ilerleyen bu ailenin son ferdi olan Mösyö Luca; Cedulini’nin ailesinin soyadı hariç, ailesinin yaptığı hayırseverlikler veya yaptığı işlerle alakası yoktur bile. Hatta tam bir aylak adamdır insanların gözünde. Ailesinin soyadı da olmasa sanırım hiçbir davete çağrılmayabilirdi. Ama ilginçtir; bütün sosyetenin illa evlerindeki davetlere girip çıkmışlığı, sırtı pek adamların sırtını sıvazladığı, kadınların gülmekten havaleler geçirdiği vardır… 

Şimdilerde Kartal Sokak’ta, Bayan Hariclia’nin (terzi) üst katında, onun ailesinden kalma evinde oturuyor. Mösyö Luca; hafif kısa boylu, beti benzi bembeyaz, 50 yaşlarının ortalarında ama asla yaşını konuşmaz veya belli etmezdi. Yaz kış üstünde çıkartmadığı paltosu, bir davete katılacakmış gibi kuşandığı frankı ve silindir şapkasıyla, hafif kırık Türkçesiyle bizi gülmekten kırıp geçirirdi eski İstanbul hikayeleriyle. 

Sol kolu çocukluğundan kalma Galata yangınında zarar görmüş, paltosundan mıdır bilinmez ama bize de hiç belli etmezdi bu durumu. Üstelik tuhaftır (İstanbul’un havasına güven olmaz ama), yağmur yağıp yağmasa bile bastondan bozma şemsiyesini hiç yanından eksik etmezdi. Sabahları uyandığında Taksim’i bir boydan bir boya yürür, soy ismi ve Azize Anna Cemaatinde önemi yitirilmiş olsa da Don Kişot vari tavırlarla bütün esnafı selamlardı. Üstüne vazife olmayan bu görevi de yerine getirip kendi işine dönerdi. İşi de dediğimiz geceleri en lüks konaklarda, yalılarda veya otel lobilerinde topluluklara katılır; burada kendi ailesinden söz etmekle, kendi cemaatinin öğretileri veya hikayeleriyle, sanatçılarla veya eserleriyle entelektüel bir tartışmaya girer; adeta insanları büyülerdi.  

Ne zaman denk gelsek Mösyö Luca ile, Konstantinopolis (İstanbul demeyi sevmez.) hakkında gizli bilgiler verip sonunda ailesine dayandırırdı bu hikayeleri. Çok da keyifliyse fetihte Galata’dan apar topar kaçan ailesinin kaçmadan önce küp küp gömdüğü altından bahsederdi. Ben ve arkadaşlarım bu hikayeleri dinlerken gözlerimiz fal taşı gibi açılırdı. Açıldığında Mösyö Luca’nın soluk benzine kan hücum eder, bir savaş atını sürüyormuşçasına heybetlenir ve hikayeleriyle bizi bozguna uğratırdı. 

Benim bire bir tanışmamsa ailesi Tıbbiye-i Şahanenin (Galatasaray Lisesi) eski bağışçısı ve evi de hemen Tıbbiye-i Şahanenin yan sokağında olduğundan, denk gelmelerimiz ve rastlaşmalarımız sıklıkla olduğundan sohbet edebilme şansına erişmiştim.  

1939  yılı 17 Mayıs günü çıkan Cumhuriyet gazetesi, İsmet Paşa’nın koskoca fotoğrafının altına yazılan 2. Dünya Savaşı’na girmeme sebeplerinin hemen altında Mösyö Luca’nın ölüm haberi siyahla beyazı kaymış, kutu gibi bir ilanda rastlaşmıştım. İkinci sayfada ise ufak da olsa ayrıntılarla bahsediyordu. Flaşı tamamen patlamış bir fotoğrafta (Soluk benzi biraz daha soluk çıkmış.) dimdik duruşunu eksik etmemiş; ağzından eksik etmediği hınzır gülüşü, üstünden yaz kış çıkartmadığı paltosu, bastondan bozma şemsiyesine yaslanmış fotoğrafının olduğunu görünce daha da emin oldum.  

Haberin devamında “Cedulini ailesinin son ferdi olan Mösyö Luca, bilinmeyen sebeplerde kendi evinde ölü bulunmuştur. İlk polis müdürünün raporuna göre sol şakağından vurulmuş, aileden kalma tabancası sol elinde bulunmuş, intihar etmiştir.” kısmı tamamlıyordu haberi. Bu asla olamazdı! Çünkü Mösyö Luca herkesle iyi geçinen, sevecen, kendi halinde ve yardımsever bir beyefendiydi. Bu olayı duyunca üstüme vazife olmayan işlere kalkıştım. Gizli bir hafiye gibi alt katında terzilik yapan Bayan Hariclia’nın dükkanını ziyaret ettim ama kapalıydı. Bu uzunca bir süre kapalı olarak kalmıştı ve bu merakımın çıkmaz yola girdiğimi anladım. 

Gerçeği, ailevi dostumuz Ermeni Eczacı Dacat Güler (Ara Güler’in babası) bize ziyarete geldiğinde babamla arasında yaptığı konuşmayı kulak çalıp dinleyerek öğrendim. Luca Cedulini gece hayatında ailesinden kalma mirasını yemiş, son zamanlarda ise tablo kaçakçılığı ile hayatını sürdürüyormuş. İstanbul’un ileri gelen aile ve cemaatlere büyük borçlar takmış, alacaklıları da bir akşam azıtıp bu zavallı adamcağızı canının çıkarana kadar dövmüş. Kullandığı bastonu üstünde paralarken içinden ufak bir harita çıkmış. Haydutlar bu haritayı ele geçirmese o akşam can bile verebilirdi doğduğu, büyüdüğü ve mirasım dediği Galata sokaklarında.  

Luca Cedulini Galata ve Pera’nın sokaklarından ve kültüründen kopamadığı için Atina’ya, oradan da İspanya’ya geçip Picasso’nun “LA Vie” tablosunu karaborsadan ele geçirmiş. İstanbul’da Saint-Benoit Kilisesi’nin yönetiminden çekilen Aziz Benedetto’a satacakmış. Tabii alacaklıları rahat durmayıp Haydar Paşa garında indiğinden itibaren evine kadar takip edip üstüne çullanmışlar. Mösyö Luca’nın getirdiği tabloyu elinden alıp kafasına da kendi silahınla vurmuşlar… 

 

 

Polis müdürü derin soruşturmalarına devam ettiğinde tabloyu bir şekilde bulup gerisin geriye tabloyu iade etmişler. Şimdiyse Ohio’da Cleveland Sanat Müzesi'nin kalıcı koleksiyonlar arasındadır…