Sevgili Mübeccel,


Nasılsın? Boş ver, cevap verme. Sen sevmezsin böyle soruları. Ben mi? Yorgunum inan. Her şeye, herkese karşı yorgunum Mübeccel. Ev biraz dağınık, hâlâ toplayamadım. Makinedekiler temiz miydi kirli mi hatırlayamıyorum artık. Yanlış anlama ben de rahatsızım bu durumdan, evde kalasım gelmiyor pek. Aldığın vazo vardı ya, tozdan görünmez oldu. Dur ama parlama hemen, hiç hâlim yok, üstesinden gelemiyorum tüm bunların. Dün ikimizin sokağına indim çay içmeye, dokuz liraydı inanabiliyor musun? Yine de içtim. Bir tane şeker attım, toz şeker. Bir paket attım demem gerekiyor belki de. Boş sandalyeye bakıp keşke sen de olsaydın diye düşündüm, gün geçerken geçmeyi bilmedi. Çayı sevmem sanıyordum, seviyormuşum. İki bardak daha içtim. Özledim seni. Kim demişti hayat kısa değerini bilin diye? Benim hayatım binlerce yıldır devam ediyor sanki, saniyeler saatlerin kılığına bürünmüş oyun oynuyorlar bana. Ki ben oyun oynamayı hiç sevmem. Çocukken de hiç çıkmazdım dışarı, hatırlar mısın? Anneme yalvarırdım: “Yahu ne olur hasta oldu desen, gitmek istemiyorum işte!” Annem anlamazdı, bilmezdi yorgun olduğumu. Ben o zamandan beri yorgunum. Ancak anlatamıyorum derdimi kimseye. Niye diye soruyorlar, yüzüme bakıyorlar neden aramak için. Benim işim nedenler ve sonuçlarla değil ki, ben arada bir yerde avarelik yapıyorum göremiyor musunuz demek istiyorum, istiyorum da… Söyleyemiyorum. Sorun bende mi Mübeccel? Ben söylesem düzelir mi ki her şey? Ben böyle olsun istemezdim, keşke her şey farklı olabilseydi dersem değişir mi bir şeyler? Ben de katılsam o kalabalığa, ben de her şeyin nedenini merak etmeden sorsam… O zaman yorgunluğum azalır mı sence? Hayır diyeceksin biliyorum, sen hep böyleydin zaten. Bana kızardın: “O bardaktaki suyu yudum yudum içme, bitir şunu, içindeki baraj taşar diye mi bu paniğin?”. Sen sesini yükseltince ben de sinirlenirdim de pek belli etmezdim sana. Korkardım haksızlığımdan. O zaman yankılanmazdı bu söylediklerin, dalga mı geçiyor diye düşünürdüm. O kadar iyi saklamışım ki sonradan fark ettim içimdeki barajı. İnatla hızlı içmedim o suyu, hâlâ da içmem biliyor musun? İçimdeki baraj taşar mı bilmiyorum ama taşarsa ellerimden kayacağına adım kadar eminim. Ellerinden kayarsa ne olur diye soracaksın değil mi? Doğrusunu söylemek gerekirse sıkıldım bu sorularından, zorluyor beni, cevaplarını bulamıyorum. Sen cevapla, ne oldu o günlüğe? Neyse boş ver, merak etmiyorum. Sorma artık. Biliyorum su bardağı gözünün önünde hâlâ. Ellerimden kayarsa her yere dağılır işte. Tutamam ki; toprağa karışır, denize akar, boğulur insanlar… Onlar boğulmasın diye ben boğuluyorum Mübeccel, inan içimden gelmiyor su içmek. İnan içimden gelmiyor değişmek, dönüşmek. Sen değiştin de ne oldu? O zamanlar çekindim söylemeye ama siyah saç yakışmadı sana. Bu arada kim ortaya atmış bu ders çıkarma olayını? Kimse ders çıkarmıyor, kimse olgunlaşmıyor. Taklit ediyoruz: iyiyi, kötüyü, yeniyi, farklıyı üstümüzde deniyoruz. En güzel olanı seçip onu giyiyoruz. İyi de bu kimin umurunda diyorsun değil mi? Bilmiyorum Mübeccel. Hâlâ kızgınım sana. Bu mektubu asla okumayacağını bilmek beni öfkelendiriyor. Seni özlüyor muyum yoksa senden nefret mi ediyorum? Ayrımını yapamıyorum. Belki her ikisi de. "O yemekleri ayrı tabaklara koy." derdin ya, koyamıyorum işte. Biraz dinlenmek istiyorum. Çay içmeye gidiyorum, sonra görüşürüz.