Uyarı: Okuyacağınız öykü, tetikleyici unsur içermektedir.
Eylül'ün 20’si gelmiş, havalar soğumaya başlamıştı. Kışa hazırlık yapan Louis, geçirdiği ameliyatı bir nevi umursamıyordu artık. Pencerenin kenarındaki sigara paketini eline aldı, paketin içindeki son sigarayı ağzı ile paketten çekerken bir yandan da sol eli ile gazını yeni doldurup taşını yeni taktığı zippo çakmağını eline aldı ve sigarasını yaktı. Ciğerine giren ağrıyı pek aldırış etmek istemiyordu, ne de olsa yavaş yavaş amacına ulaşıyordu. Artık Louis'in yaşaması için bir gerekçesi yoktu. Kışa yaptığı hazırlığı bile neden yaptığını sorguluyordu. Juliet'siz Romeo gibiydi adeta karanlıklar içinde. Neden böyleydi? Ne vardı da eski Louis bir anda ortadan kaybolmuştu? Belki de böyle olması gerekiyordu. İnsan düşünerek yaşar, düşünerek bulur yaşam sebebini. Louis biten sigarasını küllüğe bıraktı ve camdan dışarıya bakarak düşünmeye başladı. İnsanlar neden böyleydi? Herkes ölmeyecekmiş gibi yaşıyor, yiyor, içiyor, eğleniyordu. Ölüm akıllarına geldiklerinde tir tir titriyorlardı. Herkes cennete gitmek istiyor ama kimse ölmek istemiyordu.
Dışarıda yirmili yaşlarda bir çift gözüne kestirdi ve uzun uzun çifti izledi. Ardından ayağa kalktı. Kalkarken sanki ciğerlerindeki ağrı artık yokmuş gibiydi, bir iki adım attıktan sonra taburenin üstüne çıktı ve kafasını tavana asılı olan ipin arasına geçirdi. Son bir defa başını pencereye doğru çevirip aya, yıldızlara ve hayatın anlamsızlığına baktıktan sonra üstünde durduğu taburesine yorgun bir biçimde ayağıyla vurup devirdi...