Derviş sanmıştım kendimi o gece

Sen o geceyi unuttun mu? 

Kırk tane mızrak saplıydı gövdeme

Ben ne hakikatimi ne yolumu bulamadım 

Sen buldun mu?


Tüm çiçekler sararmaya yüz tutmuştu

Korkularla kol kolaydı

Beni öldürecek sandığım o panzehirdi

köhne ayakkabılarım kucağımdaydı

Nefesim muğlaktı


Üstüme üşüşen kalabalık nefretten tanıdıktı

Bu coğrafyada sevmek ve sevişmek günahtı

Kurumuş boğazıma aynı zehir saçıldı

Burada kol kırılır yen içinde kalırdı.


Gözlerim her tepede ve çukurda ölümü aradı

Hiç yaşamamış bir ruh ölümden kaçtı

Yasemin kokulu kefenler diktim rüyalarımda

Onlar ilmek ilmek kalbimi oyaladı.  


Bülbül olup içli içli türküler yaktım

Uyursa uyanamazdı

Uyanmak ne güzeldi o evde ve o zamanlarda

Sobada kaynayan çayın buharıyla gözünü açardı

Gözlerin ayva reçeliydi, ekmekti

Ruhumuz tok, kalbimiz pekti.



Balkonumuzun altında çakıllar vardı

Üstünde sıralı sümbüller

Sıcak bir gülümsemeydi annemin sadakası

Dünya iyilikten ve mertlikten ibaretti 


Yatağımız ufacıktı sevişmelerimiz büyük

Zemheride dudakların beni yakardı

Tutuşup çıtırdardım 

Kırağılar harlanırdı 

Sen rahat uyu diye taşa yatardım 


Benim yarık başım us nedir bilmezdi

Musibetler dağ gibi yığılırken omuzlarına

Ummadık taşlardan ve sevdalardan 

Ümidini kesmezdi



Tanrıya ettiğim günahkar dualar vardı

Aşk dedikleri kıyametin 

menzili de ahiri de aynıydı

Hayyam’ın şarabı saçılmıştı dilime

Kelimelerimin inadı inattı.