Muhallebi... Bazen sade, bazen sakızlı muhallebi... Bazen koyu hatta bazen sert muhallebi... Bazen sıvı, su gibi muhallebi... Ey muhallebi, neden muhallebisin sen? Neden seviyorum seni? Oysaki bir esprin yok. Dümdüz muhallebisin işte. Büyük aşkların yegâne şahidisin belki. Sevginin hiç görmediğimiz yanısın. Sen tanık oldun en güzel sözlerin söylendiği ilişkilere. Belki de bir muhallebiden daha fazlasısın sen; belki seni unuttuğumuz, seni yok saydığımız için yüreğimiz çarpmıyor artık eskisi gibi. Ah muhallebicim, belki de sen olmadığın için acıyor canımız! Sadakatimiz sen olmadığın için eksik belki de. Ne çok belki dedim, değil mi? Dile gelsen de sorularıma çare olsan muhallebi. İtibarını kaybetmiş bir devlet adamısın sanki. Türlü türlü yatlarda varsın ama ruhun kayıp. Tıpkı güneşin aydınlattığı bir dünyada siyahtan başka renk görmeyen gözler gibi... Ah muhallebi, dile gelsen de anlatsan! Aşkı anlatsan mesela. Bize hiç bilmediğimiz aşklardan, hiç duymadığımız yeşil sözlerden bahsetsen keşke ve keşke geri dönsen muhallebi. Sana öyle muhtaç ki yüreğinde bir nebze iyilik kırıntısı bulunduran hayatlar.