Yıllardır mühendislik fakültesinde geziniyorum, derslere girip kitap okuyup çıkıyorum, sınavlara giriyorum, mühendislik okuduğum için devlet burs ve yurt sağlıyor bana. Aileme, arkadaşlarıma, devlete mühendislik okuduğumu söylüyorum. “Okul nasıl gidiyor oğlum.” İyi gidiyor anneanneciğim sağ ol, sizler nasılsınız, dedemler nasıl? Kontrol ve otomasyon mühendisi Eren Buğra Günültaş. Biri bile, fakültede, koca teknik üniversitede aralarından açıkça, dalga geçer gibi yürüyüp geçtiğim bir kişi bile fark etmedi mühendislikle alakam olmadığını. Bazen sezinleyenler olmuyor değil gerçi, az daha yakalandığım anlar oluyordu, derslerde özellikle. “Arkadaşlar telefona bakmıyoruz değil mi?” Telefona bakmıyorum hocam, telefondan kitap okuyorum, e-kitap. “Fark etmez, ben sana burada önemli şeyler anlatırken, boğuk, sıkıcı ve tekdüze sesimle tahtada sana nasıl kod yazılacağını öğretirken senin yaptığın bu saygısızlık da ne böyle!” Saygısızlık değil hocam kitap okuyorum telefondan, kulaklık takmama izin verirseniz film de izleyebilir miyim. Sizi rahatsız etmem merak etmeyin. “Sus ve beni dinle, dinle de öğren pointer’ların c++ dilinde nasıl ve nerede kullanıldığını.” Dinlesem de anlamıyorum zaten hocam pek bir farkı olmuyor. “Sus, ve dinle. Gözlerini ayırma benden. Bana odaklan. Ben sana robotları, dronları, koca koca makineleri kontrol etmeyi vaat ediyorum. Bana bak, ve beni dinle. Ben sana, geleceğin kendisini vaat ediyorum.”


Doğruyu söylemek gerekirse korkuyorum, bir gün bir kişi fark edecek beni diye. Özellikle bölüm başkanından korkuyorum. Her yanından geçişimde ürküyorum, bu sefer fark edecek, işim bitti, bu sefer yakayı ele verdim. Fark etmesi en olası kişi o değil mi? Bölüm başkanı ne de olsa, en bilgilisi o. “Sen ne arıyorsun burada bakayım. Utanmadın mı yıllarca burada dolaşırken, senin için bir sürü kağıt israf edilirken, amfide boş yere yer kaplarken, senden bir iki soru az çözmüş olup hayalleri burada olmak olan o bir kişinin hakkına girerken hiç utanmadın mı?” Yok hocam utanmadım, yatay geçişle geldim ben, hakkına girdiğim kimse yok, kontenjanı işgal etmedim. “Sonunda elime düştün işte. Yıllardır seni arıyordum. Atıyorum seni bölümümden. Git buradan, gözüme gözükme bir daha!” Ancak hayır, her seferinde fark edilmeden geçmeyi başarıyorum, ufak bir gülümsemeyle atlatıyorum onu da. Bir sorun yok hocam, bakın gülümsüyorum, bir sonraki karşılaşmamıza kadar izin verin yine burada gezmeme. Size de iyi günler hocam. Bölümünüze sandığınız kadar hakim değilsiniz demek ki, beni fark edemediniz yine.


Onlardan biri gibi fakültenin girişinden geçiyorum, bölüme doğru ilerliyorum, onlar gibi amfide oturuyorum. Ders var evet, ben de onun için geldim. Bakalım neymiş bu endüstriyel otomasyon sistemleri, evet evet ben de merak ediyorum, bakalım bugün neler öğreneceğiz. Evet ben de çok severim matematiği ve fiziği evet, ben de sizden biriyim, ben de buraya aitim. Onlar gibi önüme kağıt koyuyorlar bazen. “Mühendis olacaksan çöz bakalım şu üç soruyu bir buçuk saatte” diyorlar. “Sizin gibi basit ve cahil öğrencilerin asla çözemeyeceğini bildiğim, slaytta yarım sayfa değinip geçtiğim, hiçbirinizin çalışmadığını bildiğim yerlerden özenle hazırlayıp sorduğum, her biri otuz üç puan olan benim bu değerli sorularımı çözün bakalım. Sızlanmak yok! Mühendis olacaksanız bilmeniz gerekirdi bunları.” Onlar gibi laplace teoreminden, ayrık zamanlı kontrol teoreminin zorluğundan bahsediyorum. Onlar gibi yeri geldiğinde bu konular hakkında yorum bile yapıyorum. Biri bile fark etmedi mühendislikle alakam olmadığını. Kaç yıldır bir kişi bile çıkıp senin ne işin var burada demedi. Diyemezler zaten canım, hakkımdır ne de olsa. Ben kazandım burayı, test çözdüm zamanında evet, matematik, fizik, tyt, ayt hepsini çözdüm ben. İki bin iki yılında doğmuş insanların en değerli ilk otuz bininden biriyim ben. Evet evet, en değerli otuz bin. Olur mu canım nasıl sayılmaz. Sayısal çözdük sonuçta, en zoru bu değil miydi, öyle dediler bana, en değerlisi de bu olacak tabii. Otuz bin. Büyük başarı. Öyle ya, zamanında herkes tebrik etti beni otuz bininci olduğum için. Yalan mı söylediler canım, otuz bininci olmak değersiz olsa tebrik ederler miydi beni? Burayı kazandım ben, benim hakkımdır burada olmak, beni atmayacaksınız okuldan değil mi sayın disiplin kurulu üyeleri?


Sanıyorum rolümü çok iyi oynuyorum, ondan fark edilmedim. Veya onlar biraz ahmak. Ahmak da denemez gerçi ya, bu insanlar bugüne bugün kontrol teorisini bilen, otomasyondan falan anlayan insanlar. Yüce iş! Gerçi çok dikkat edecek zamanları yok böyle şeylere. Ondan fark etmediler sanıyorum. Üzerine bolca düşünüp uğraştıkları sinüslü, kosinüslü, integralli uzun uzun denklemler var. Zamanları yok. Evet, bundan dolayı fark etmemiş olsalar gerek. Hadi onlar fark etmediler. Her birinin kafası kendi işiyle meşgul olan, kendi dünyalarında yaşayan tek tek insanlar. Koskoca devlet bile fark edemedi. Sanırım gerçekten rolümü iyi oynuyorum.


Tak tak! Kim o! “Açın kapıyı polis, hakkınızda yakalama kararı var, sizi gözaltına almaya geldik.” Nasıl olur memur bey, ben bir suç işlemedim. “Savcıya anlatırsınız artık onu, hadi. Suçsuz olsanız tutuklar mıydık sizi. Koskoca İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü hata yapar mı. Alın bunu.” Savcıyla görüşmeler. Uzunca sorular. Avukat istemiyorum sağ olun, kendimi savunabilecek bilince sahibim ben. Bir sürü gereksiz formalite. Bekle babam bekle! Ve aylar sonunda mahkeme günü. “Sanık Eren Buğra Günültaş.” Evet benim hâkim bey. “İddianameniz oldukça kabarık. Hakkınızdaki suçlamalar epey ağır. Mühendis olduğunuzu iddia etmişsiniz. Olmadığınız her hâlinizden belli.” Doğrudur hâkim bey, işledik bir suç, affedin. Yüce Türk adaletine sığınıyorum. “Olur mu canım, her önümüze geleni affetsek ne olur bu ülkenin hâli. Evet, kalkın ayağa, karar verilmiştir.” Biraz daha dinleseydiniz hâkim bey. “Olmaz, yeter bu kadar. Öğleden sonra kaç davam daha var biliyor musunuz siz. Evet, ne diyordum, karar verilmiştir. Mahkememiz, yapılan değerlendirmeler sonucunda sanık hakkında suçunun sabit olduğuna, ve delillerin suçun işlendiğine yeterli olduğuna karar vermiştir. Bu yüzden sanık, bugüne kadar devletten yediği tüm paraları, bursları, yurtta ve okulda yediği yemeklerin parasını, ilkokuldan beri dersine giren tüm hocaların maaşlarını, aldığı erasmus hibesini, hepsini, her şeyi geri ödemek üzere para cezasına çarptırılmıştır. On milyon Türk lirası.” Olur mu hâkim bey, bunu nasıl öderim ben. Daha mühendis bile olamadım. O kadar para ne arar bende. “O halde sanığın durumu göz önüne alınarak, para cezası, hapis cezasına çevrilmiştir, en ağırından, yirmi beş yıl. Devletin parasını yemek hafif suç değildir.” Mümkün mü bu hâkim bey, olur mu böyle şey, normalde tam tersi olması gerekmez mi? “Olur canım olur, daha neler olur bu mahkemelerde. Bu gözler neler gördü, bu kulaklar neler işitti bir bilsen. Kararın nasıl uygulanacağını da düşünmeyin. Hapishanede size de yerimiz var. O konuyu dert etmeyin siz. Suçlu azdır bizim ülkede. Ondan boş kalıyor hapishaneler. Ne ahlaklı toplum ama ha!” Yapmayın hâkim bey yanlış iş yapıyorsunuz, nasıldı o şiir, sizden biri değildim hiçbir zaman, cehennem azabında şarkı söyleyen soydanım ben, yasalardan anlamam, yontulmamışın tekiyim, yanlış iş yapıyorsunuz!