MUHİBBÎ

(Kanûnî Sultan Süleyman)

 

I

Halk içinde muʻteber bir nesne yok devlet gibi 

Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi

 

Günümüz Türkçesi:

Halk içinde devlet gibi itibar edilen nesne yoktur. Dünyada bir nefeslik sağlık gibi saadet yoktur.

 

İnsanlar, bu hayatta devlet mertebesinin yani iktidarın yüce olduğunu düşünüp her zaman ona itibar etmişlerdir. Fakat dünyada sağlıktan daha değerli hiçbir mertebe bulunmamaktadır. Bu beyit, kaleme alan şairin devlet mertebesinde en yüce konumda yani padişah olması hasebiyle ilgi çekicidir. Şair, ‘devlet’ kelimesini iki anlamda kullanarak tevriye sanatına başvurmuş olup ilk mısrada güç, kuvvet ve ihtişam; ikinci mısrada ise saadet ve zenginlik anlamıyla karşımıza çıkmaktadır. Kanunî, ömrü boyunca ayağındaki çare bulunmaz ağrıların sıkıntısını çekmiş bir şair padişahımızdır. Çektiği sağlık sıkıntılarının, türlü debdebelerle yönetilen devletin şahı olmasından daha ağır olduğunu bu ilk beyitle anlıyoruz.

 

II

Saltanat didükleri ancak cihân gavgâsıdur 

Olmaya baht ü seʻâdet dünyede vahdet gibi

 

Günümüz Türkçesi:

Saltanat dedikleri yalnızca bir dünya kavgasıdır, dünyada vahdet gibi talih ve mutluluk yoktur.

 

Muhibbî’ye göre sultanlık sürmek dedikleri yalnızca cihan kavgasıdır, dünyada vahdetten yani yalnız olup Allah’a yakın olmaktan başka talih ve mutluluk yoktur. Osmanlı devrinde padişahların giriştikleri taht kavgalarını ve fetih hareketlerini konu alan bu beyit, son yıllarda dine sığınmış olan padişahın haletiruhiyesini anlamak bakımından önemlidir. Onun için saltanat, vahdetin yanında bir lafügüzaftır.


III

Ko bu ıyş ü işreti çünkim fenâdur ʻâkıbet 

Yâr-i bâkî ister isen olmaya tâʻat gibi

 

Günümüz Türkçesi:

Bu yiyip içmeleri bırak, çünkü işin sonu fenadır. Eğer ebedi bir sevgili istersen ibadet gibisi yoktur.

 

Adeta bir tavsiye, bir uyarı niteliğinde olan bu beyitte şair, muhatabına dünyevi zevkleri derhal bırakıp ebedi dost olan ibadete başlamasını öğütlüyor. Eğer bu zevk ve sefayı sürmeye devam etmesi halinde muhatabın gidişatının fena olduğu konusunda da uyarıyor.

 

IV

Olsa kumlar sagışınca ömrüŋe hadd ü aded 

Gelmeye bu şîşe-i çerh içre bir sâʻat gibi

 

Günümüz Türkçesi:

Ömrünün sonu ve günleri kumlar sayısınca olsa da bu feleğin şişesinin içinde bir saat gibi gelmez.

 

Uzun ve hareketli bir ömür süren Muhibbî, bu beyitte göreceleri olan zaman kavramından dem vurmaktadır. Ömrün günlerini kum saatinden akan kumlara, feleği de kum saatinin dışındaki cama benzeten şair; kumların ne kadar çok olursa olsun bir saatte akıp gittiğini, o cam dolusu kumdan geriye hiçbir kalmadığını, ömrün de bu şekilde kısacık olduğunu betimler.

 

V

Ger huzûr itmek dilerseŋ ey Muhibbî fâriğ ol 

Olmaya vahdet cihânda kûşe-i uzlet gibi

 

Günümüz Türkçesi:

Ey Muhibbî, eğer huzurlu olmak istersen (her şeyden) vazgeç, elini eteğini çek; (çünkü) uzlet köşesi gibi yalnızlık makamı bulunmaz.

  

Son beyitte kendine çağrı yapan Muhibbî, huzuru dileyen kişilerin dünyevi olan bütün her şeyden elini eteğini çekip tasavvuf ehillerinin yaptığı gibi yalnızlık makamında Allah ile bir olmalarını öğütler.

 

 

ÂŞIKÎ

(ÂŞIK ÇELEBİ)

 

 

I

zât-ı şeh cism-i cihânuŋ rûhudur râhat gibi

olmasun bî-rûh âlem cism-i bî-tâkat gibi

iʻtibâr-ı devlet-i dünyâ kurı sûret gibi

halk içinde muʻteber bir nesne yok devlet gibi

olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi

 

Günümüz Türkçesi:

Şah sahibi dünya cisminin ruhudur, ruhsuz alem takatsiz beden gibi rahat olmaz. Dünya bahtının itibarı değersiz suret gibidir, halk içinde devlet gibi itibar edilen nesne yoktur (ama) dünyada bir nefeslik sağlık gibi saadet yoktur.

 

Ruh, tanım itibariyle insan varlığının maddi olmayan özü olup beden öldükten sonra bile yaşamaya devam eden madde-dışı unsurdur. Şair, ruhu şah sahibine benzeterek onsuz bir dünyanın hasta bir beden gibi olacağını öne sürmektedir. Devlet çok itibar edilen dünyevi bir mevkidir, fakat; dünyevi olan her şey tıpkı değersiz, boş bir suret güzelliği gibi geçicidir. Bir nefeslik sıhhatten daha değerli ve itibar edilesi hiçbir şey yok.

 

II

cây-i vahdet ehl-i ʻışkuŋ künc-i istignâsıdur

mahzen-i dilde kanâʻat genc-i lâ-yüfnâsıdur

hubb-i dünyâ cân ü dil âyînesinüŋ pâsıdur

saltanat didükleri ancak cihân gavgâsıdur

olmaya baht ü seʻâdet dünyede vahdet gibi


Günümüz Türkçesi:

Vahdet mevkisi, aşk ehlinin tok gözlü köşesidir; gönül mahzeninde az şey ile yetinme, tükenmez bir hazinedir. Dünya tutkusu can ve gönül aynasının pasıdır. Saltanat dedikleri yalnızca bir dünya kavgasıdır, dünyada vahdet gibi talih ve mutluluk yoktur.

 

Dünyevi zevklerden sıyrılıp ebedi sevgili olan Allah’a yakın olmak olarak da bilinen vahdet mevkisi, aşk ehlinin tok gözlü köşesidir. Yani aşık, bu halde iken aç gözlü nefisten sıyrılıp yalnızca Allah için, O’nun huzurunda bulunur. Şaire göre, dünyevi zevkler can ve gönül içindir ve sultanlık sürme, dünyayla kavga halinde olmaktan öte bir şey değildir. Dünyada vahdetten öte talih ve mutluluk yoktur, diğer işler canın yongasıdır, gelip geçicidir.

 

III

tâʻate saʻy it ki her varuŋ hebâdur ʻâkıbet

her neşâtuŋ âhiri renc ü ʻanâdur ʻâkıbet

balına el sunma dünyânuŋ belâdur ʻâkıbet

ko bu ʻıyş ü ʻişreti çünkim fenâdur ʻâkıbet

yâr-i bâkî ister iseŋ olmaya tâʻat gibi

 

Günümüz Türkçesi:

İbadet etmeye çalış ki, her varlığın akıbeti ziyandır; her neşenin sonu ıstırap ve meşakkattir. Dünyanın balına el sürme, akıbeti beladır, bu yiyip içmeleri bırak, çünkü işin sonu fenadır. Eğer ebedi bir sevgili istersen ibadet gibisi yoktur.

 

Şaire göre bu neşenin sonu ıstıraptır, her varlığın gidişatı ziyana doğrudur ve bundan kurtulmanın tek yolu ibadet etmektir. Aynı zamanda şair, muhatabını dünya zevklerinden uzak durması konusunda uyarır, eğer böyle yemeye içmeye devam ederse işin sonunun beladan başka bir şey olmadığını söyler. Hulāsa, ebedi sevgili ibadetten başka şey değildir.          

 

IV

olsa her sâʻat dilüŋde kul hüvallâhü ehad

kalbüŋi eyler münevver nûr-i Allâhü’s-samed

çün akar su gibi ʻömrüŋle geçer her nîk ü bed

olsa kumlar sagışınca ʻömrüŋe hadd ü ʻaded

gelmeye bu şîşe-i çerh içre bir sâʻat gibi


Günümüz Türkçesi:

Her saat dilinde ‘Allah birdir’ (ifadesi) olsa, Allah noksansızdır ziyası, kalbini nurlu eyler; akarsu gibi ömrünle her iyilik ve kötülük de akar geçer. Ömrünün sonu ve günleri kumlar sayısınca olsa da bu feleğin şişesinin içinde bir saat gibi gelmez.

 

Şaire göre; Allah birdir, Allah noksansızdır ziyaları insanın kalbini nurla doldurur. Ömür denilen şey, akarsu gibi hoşça akıp boşa gitmektedir. Ömrün günleri kum taneleri gibi olsa da feleğin şişesinde bir saat kadar kısadır.

     

V

ʻIşkiyâ ʻuzletde ol maksûda isterseŋ vusûl

çün kamu aʻmâlüŋi yazar melekler sag u sol

hak buyurmış lutf-ı tabʻından o şâh-ı pür-usûl

ger huzûr itmek dilerseŋ iy Muhibbî fârig ol

olmaya vahdet makâmı gûşe-i ʻuzlet gibi

 

Günümüz Türkçesi:

Ey ʻĀşkî, amacına erişmek için istersen yalnız başına ol; çünkü sağında ve solunda bulunan melekler (senin) bütün amellerini yazar. Hak, (ona) kendi huyundan rızık buyurmuş, o en nizamlı olandır. Ey Muhibbî, eğer huzurlu olmak istersen (her şeyden) vazgeç, elini eteğini çek; (çünkü) uzlet köşesi gibi yalnızlık makamı bulunmaz.

      

Şair, kendine seslenerek son uyarısını; eğer amacına erişmek istiyorsan yalnız olman gerekir şeklinde yapar. İyi ve kötü amelleri yazan melekler daima işin başındadır. Yüce nizama sahip olan Allah rızkını şahtan esirgemez, onun ihtişam içinde bir ömür sürmesini sağlar fakat bunlara karşılık ondan istediği de ibadet etmesidir. Şairin görüşüne göre; kişi eğer iç huzuru yakalamak istiyorsa dünyevi isteklerinden vazgeçerek derhal uzlet köşesine çekilmeli yani toplumdan uzak yaşamalıdır, çünkü uzlet köşesi gibi yalnızlık makamı bulmak güçtür.

 

Bu iki şiir arasındaki şekil ve içeriğin benzerlik yönünü anlamamız için bilmemiz gereken birkaç teorik bilgi vardır. Öncelikle bunlara göz atalım:

     

Musammat ( مسمّط ) : İnci dizilen ip manasına gelen sımt kökünden türeyen ve ‘inci dizisi’ manasını taşıyan musammat; kafiye örgüsünün sağladığı imkan neticesiyle Türk edebiyatında en çok tercih edilen nazım şekillerinden biri olmanın yanı sıra İslamî edebiyatlarda bendlerle kurulmuş nazım şekillerine verilen genel bir addır. Aşık Çelebi’nin bu şiirini incelememiz için bir alt başlık olarak ‘tahmis’ kavramını bilmemiz gerekmektedir. Tahmis, beş mısralı bendlerden oluşmuş nazım şekline verilen ad olarak sevilen kaside ya da gazelin her beytinin önüne başka bir şair tarafından aynı vezin, kafiye ve anlam dairesi içerisinde üç adet mısra eklenmesi yoluyla elde edilmiş şiirler oluşturmaya denmektedir. Kafiye düzenini şu şekilde gösterilebiliriz: aaa (aa) bbb (ba) ccc (ca). Son bendde her iki şairin de mahlası (varsa) yer alır. Anlam bakımından, asıl şiir ve eklenen mısralar arasında bir kaynaşma olması gerekmektedir yoksa tahmis başarılı sayılmaz.


      

Muhibbî’nin kaleme almış olduğu gazelin her bir beytinin önüne üçer adet mısra ekleyerek beşer mısralık bendlere tamamlayan Āşık Çelebi, yukarıda öğrendiğimiz bilgilere göre tahmise başvurmuştur. Şekil itibariyle, aruzun fāʿilātün fāʿilātün fāʿilātün fāʿilün kalıbıyla ve aaa (aa) bbb (ba) ccc (ca) şeklinde sıralanmış kafiye düzeniyle yazılan ve son bendde her iki şairin de mahlasının yer aldığı tahmis; içerik bakımından, zemin şiir ile kaynaşmıştır. Yukarıda şerh etmeye çalıştığımız zemin şiire genel itibariyle bakacak olursak; devlet adamı kimliğiyle bildiğimiz şair, sultanlık makamının dışarıdan bakanlarca itibar edilesi bir mertebe olmasını, işin içinde bulunması hasebiyle reddederek dünyada en değerli şeyin sıhhatten başkası olamayacağını ve dünyevi işlerden uzak durup ibadete yönelinmeyi konu edinmiştir. Āşıkî’nin yapmış olduğu tahmis de bu noktalarla birebir örtüşmekte olup daha teferruatlı bir söyleyiş hali şeklinde diyebileceğimiz türdendir. Ayrıca bu başarılı tahmisi Kanuni’ye sunması üzerine Niğbolu kadılığını elde etmiştir.

      

 

SÖZLÜK

A

Aḫir (Ar.) : son

Aʿmāl (Ar.) : ameller

ʿAnā (Ar.) : güç, meşakkat

 

B

Bed (Fars.) : kötü, fena

 

H

Hebā (Ar.) : ziyan olma

Hubb (Ar.) : tutku

 

İ

İstignā (Ar) : tok gözlülük

 

M

Maksūd (Ar.) : maksat, istenilen şey

Muʿteber (Ar.) : saygın, itibarlı

Münevver (Ar.) : ışıklı, nurlu

 

N

Neşāt (Ar.) : sevinç, neşe

Nik (Fars.) : iyi, hoş, güzel

 

R

Renc (Fars.) : ağrı, ıstırap

 

S

Saʿy (Ar.) : çalışma, emek etme

 

T

Tāʿat (Ar.) : ibadet

Tāb (Fars.) : güç, kuvvet, takat

 

U

Usūl (Ar.) : nizam, tertip

ʿUzlet (Ar.) : yalnız başına yaşama

 

V

Vahdet (Ar.) : yalnızlık, inziva; Allah’a ulaşıp Allah’la bir olma durumu

Vusūl (Ar.) : erişme

 

KAYNAKÇA

ŞENTÜRK, Ahmet Atilla, Osmanlı Şiiri Antolojisi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004.

PALA, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, İstanbul, 2018.

TOVEN, Mehmet Bahaettin, Yeni Türkçe Lügat, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2015.

REDHOUSE, Sir James W., Turkish and English Lexicon – (5. Edition) – Çağrı Yayınları, İstanbul.

Türkçe Sözlük (2019) \ haz.: Şükrü Haluk Akalın. - (11. bs.). (tıpkıbasım) - Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.,

TDV, Türkiye Diyanet Vakfı. ‘İslam Ansiklopedisi’. Erişim Tarihi: 30.10.2020. https://islamansiklopedisi.org.tr/musammat

Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı. Kubbealtı Lügati, Erişim tarihi: 17 Aralık 2015. http://lugatim.com