İlkbaharın bütün güzelliklerini sunduğu; eriyen karların toprağa, toprağınsa tohumlara, otlara, çiçeklere can verdiği ve güneşin bütün cömertliğiyle bu canlara hayat verdiği günlerdi. Meyve ağaçları gelinliğini giymiş, Koyunlar, keçiler yavrulamış, İnsanlar aylardır çıkmadığı evlerinden çıkıp toprağa, dağa, doğaya karışmıştı. Heybetli dağların arasında kalan, dağın yamacına kurulmuş, iki yüzden fazla haneye sahip, kuş uçar fakat kervan geçmez  PE-Rİ Köy de, doğasıyla, hayvanıyla, ağacıyla, insanıyla bahara merhaba demişti.

           Pe-Ri Köy, o sabah Muhtarın ağır hasta  ve ölmek üzere olduğu söylentisiyle uyandı. Söylenti haneden haneye yayılıyor, herkes heyecanla koşup bir diğerine haber veriyordu. Duyanlar söylentinin doğru olup olmadığından emin olmak için köy meydanındaki büyük Meşe ağacının altına koşuyordu. Büyük Meşe ağacı köyün simgesi ve Köylünün toplanma alanıydı. Kimi tarladaki işine gitmekten vazgeçmiş, kimi hayvanları otlatmaya götürmemiş, tarlasına erken gidenler tarladan dönmüş, kimi kahvaltısını yarıda bırakmış, kimi sıcak bazlaması elinde koşup gelmişti…Kimi heyecanla, kimi üzüntü içinde, kimi umursamasa bile yine de herkes merak içinde gelecek bir haberi bekliyordu.

          Kalabalıklaşan Meydanda; kimisi söylentinin asılsız olduğunu, kimisi Muhtarın asla hastalanmayacak kadar güçlü olduğunu, hatta Muhtarın ölümsüz olduğunu söyleyenler bile çıktı. Muhtarın yaşlı ve hasta olduğunu savunanlar, Muhtarın çoktan ölmüş olup, bunun herkesten gizlendiğini söyleyenler, yaklaşan seçimler için muhtarın yine bir Ali-Cengiz oyunu çevirdiğini düşünenler ikindi namazına kadar meydanda tartışıp bekledi.

        Muhtar Peri köye İlk defa  30 yaşında seçilmişti. Ondan sonra da  Mührü bir daha kimseye bırakmamıştı. Fakir olan köye her seçim öncesi zenginlik vaat etmiş, köye yatırımlar yapacağına dair afili sözler vermiş, seçildikten sonra o sözlerin yarısını bile yerine getirmemişti. Diğer seçimlerde ise o yarım kalan işi bitireceğini vaat edip tekrar seçilmişti. Köylüyü kendine borçlandırmış , bu borçlar karşılığında, hayvanlarını, topraklarını ele geçirmiş, her geçen gün daha da fakirleşen köylüyü kendine maraba yapmıştı. Çaresiz köylü ne yapsa Muhtardan kurtulamamıştı. Doğru düzgün bir rakibi de çıkmadığı için herkes kaderine razı kalmıştı. Bir dönem Kamil Amca karşısına rakip olarak çıksa da, nafile oda kazanamamıştı.

       İkindi Namazından sonra Meydana Kamil amcada gelmişti. Her ne kadar şahsına amca dense de köyde arkasından kendisine Kırık Kamil derlerdi. Muhtara karşı rakip olarak seçimlere girdiği bir dönem Meydanda seçim propagandası yaptığı esnada sinirlenmiş, yumruğunu masaya vurmuş hem masayı hem elini kırmıştı . O günden sonra lakabı Kırık Kamil olmuştu.

      Kırık Kamilin Meydana geldiğini gören köylüler kendisine Ağacın dibine geçmesi için koridor açtılar, Yeni Muhtar çok yaşa diye sloganlar attılar. Kırık Kamil olayı detaylıca öğrenmeden erken bir sevincin manasız olduğunu söyleyip köylüleri sakinleştirdi.

    Bu bekleyiş akşam namazına kadarda sürdü. Baharın akşam serinliğine aldırış etmeyen köylüler küçük bir ateş yakıp, ateşin etrafında beklemeye devam etti. Bazıları akşam yemeğini orda yedi, bazıları yemeğe gitmek için yerine çocuğunu bekletti. Köyün çok uzağında bulunan Muhtar Konağının ışıkları parlıyordu. Karşıdan gelenler olduğunu fark eden köylülerin merakı daha da büyüdü. Gelenler Muhtarın Baş Azası ve Köyün ileri gelen zenginleriydi. Yaklaşan heyeti köylüler alkışlarla karşıladı, ateşin başına buyur etti. Ortada Baş Aza, sağında, solunda ve arkasında köyün zenginleri durdu.

          Baş Aza Muhtarın ağır hasta olduğunu, birkaç vakte kadar ölebileceğini üzüntü içinde söyledi. Bunu duyan köylüler gözyaşlarını tutamadı.  Baş Aza Muhtarın  bu akşam Köyden bir heyetin Muhtarlık Konağına gitmesini ,Muhtarın  bu heyete vasiyetini açıklayacağını ve ardından köylüden helallik isteyeceğini söyledi. Yanındaki heyetle birlikte Şehre gitmesi gerektiğini, Allahtan ümit kesilmeyeceğini, yapılacak bir şey olup olmadığına bakmak için doktorlarla görüşeceklerini sözlerine ekledikten sonra, alkışlar ,gözyaşları ve Muhtar ölmez, en büyük Muhtar Bizim Muhtar... sloganları eşliğinde meydandan ayrılıp şehrin yolunu tuttular.

          Kırık Kamil ve köyün yaşlılarından oluşan bir heyet, geniş Konağın geniş odalarından birine buyur edildiler. Bin bir çeşit yemek, meyve, içecek ikram edildi. Ardından başka bir odaya hasta  Muhtarın yanına kabul edildiler. Dağ gibi adam yıkılmış, yataklara mahkum düşmüş, yeri göğü inleten sesi sönmüş, beti benzi atmış bir deri bir kemik kalmıştı. Muhtarın öleceğini onlarda anladılar. Muhtarın bu haline çok üzüldüler.

        Muhtar zar zor konuşabildi. Kırık Kamil kendisini zorlamamasını istedi. Bunun üzerine Muhtar Vasiyeti öldükten sonra Baş Azanın Meydanda okumasını istedi, Heyet bunu uygun gördü, kabul etti.

Helallik için ise Muhtar:

-Ben yıllarca Köylüye zülüm ettim, haksızlık ettim. Kiminin toprağını, kiminin hayvanını ,kiminin parasını hileyle, zorla aldım. Herkesi kandırdım. Helallik istemeye yüzüm yok, kimsede zaten bana hakkını bu şekilde helal etmez. Ben şu anda vicdan azabı içinde kahroluyorum. Ölmek üzere olan şu faninin sizden son isteği, ben ölünce beni Meydandaki Meşe ağacına ayaklarımdan asın. Bana kızgın  olan, bana hakkını helal etmek istemeyen, geçerken bir iki sopa atsın ölü bedenime, hem bana kızgınlığı geçer, hem ölmüş halimi gören, bu dünyanın fani olduğunu anlar, belki o zaman hakkını helal eder dedi.

        Muhtarın bu isteğini Kırık Kamil ve İhtiyar heyeti hayretler içinde dinledi. Bu isteğin asla yerine getirilmeyeceğini söylediyseler de; Muhtar  bu isteğinde ısrar etti. Heyet bu isteğe hemen burada onay veremeyeceğini, ancak Meydanda köylüye danışıp  onlarla birlikte   bir karara varacaklarını söyledi. Kendi payına haklarını helal ettiklerini de eklediler.

       Heyet Meydana döndüğünde saatler gece yarısını çoktan geçmişti. Muhtarın helallik için istediğini herkes hayretler içinde dinledi. Kimse bu isteğe sıcak bakmamıştı, öldükten sonra onu gömelim ve hakkımızı asla helal etmeyelim diyenler, Helal etmemek de olmaz diyenler, sabaha kadar kendi aralarında tartışıp durdu. Günün aydınlanmasıyla beraber zorda olsa karar verdiler. Kararın ardından birkaç saat sonra Muhtarın ölüm haberi geldi.

    Muhtarı defin etmeden önce getirip ayaklarından Meşe ağacının dalına astılar. Meşe ağacından uzun ince bir dal kestiler, Muhtarın başının yanına koydular. Gelen bir sopa vurdu, giden bir sopa vurdu. Ölü Muhtarın Vücudu mosmor oldu. Sonraki gün Köyün etrafını Jandarma sardı. Köyde genç , yaşlı bütün erkekleri yakaladılar. Muhtara işkence edip, işkenceyle öldürmekten hepsini hapse attılar.

Hasan Hasari