Son kuş da tünediğinde kulakları sağır eden bir sessizlik çöküyor dağın eteklerine. Kıpırdamaya dahi korkuyorum. Çıt çıkarmamak için ölümüne bir gayretin içine giriyorum. Toprak yolun kenarındaki bir zeytin ağacının dibinde kıvrılıyorum. Rüzgarın ağaç dallarının arasından geçerken çıkardığı uğultudan başka bir şey duyamıyorum. Rüzgar durunca korku iyice sarılıyor aklıma. Rüzgar başladığında rahatlıyorum. Ruhum uçsuz bucaksız bozkırlarda at sürüyor. Sevincim pek uzun sürmüyor. İşte yine durdu rüzgar. Korku yine boynuma sarılıyor, sarıldıkça aklım çıkıyor. Rüzgarın ne kadar kıymetli olduğunu anlıyorum. Sessizliğin bu kadar büyük bir darbe vuracağını düşünmezdim. Bir şey duyamamak en ağır keder oluvermişti. 

Asıl savaşım şimdi başlıyor. Uyku, anne şefkatiyle kucağına alıyor. Uyumamak için direniyorum mızmız çocuklar gibi. Uyursam ses çıkarmaktan korkuyorum. Elimde kalan tek şey en büyük nimet olan nefes almak. Onu da usulca alıp veriyorum. Zifiri karanlıkta ne görüyorum, ne de duyuyorum. Kafesteki kuş kadar özgür olamamak, zincire vurulmuş bir köle kadar yokluğa mecbur bırakılmak... Saatler geçtikçe uyku karabasan gibi çöküyor üzerime. Bir an uyuyakalıyorum. Rüyamda, hayatından memnun bir tırtılın içindeki kelebeğe yalvardığını görüyorum. İrkiliyorum ve aklıma mukayyet olmaya çalışıyorum. Artık rüzgar aklıma bile gelmiyor. Cenin pozisyonunda yatarken sol tarafım uyuşuyor. Bacaklarımı hareket ettirip özgürce gerinmek istiyorum. Bir gün fani dünyada son şarkımı söylemek isterken özgürce, çıt çıkarmadan bekliyorum sonumu. Halbuki son yemeğimi afiyetle yiyip, son sigaramı içip, son uykumu rahatça uyuyup göçüp gitmek isterdim.

Aklımın sınırlarını zorlayan kapana kısılmışlık ne kadar aciz olduğumu öğretirken içimde volkanlar patlıyor. Sancılı gece tüm ipleriyle sıkıyor boğazımı. Nefes almak zorlaşıyor. İçimde patlamaya hazır bir bomba taşıyorum. Pimini çekecek olan o dürtüyü sabırsızlıkla bekliyorum artık. Tüm vücudum titriyor. Kızımın verdiği boncuklu bileklik ses çıkarıyor cebimde. Titrememe engel olamazsam daha fazla ses çıkartacak. Çok büyük bir çaba harcıyorum engel olmak için. Halbuki ses çıkarırken çok eğlenirdik kızımla. Bileklik şu an hayatımla eğleniyor. Ter alnımdan akarken yüzüme vuran ılık rüzgarı hissediyorum. Vazgeçiyorum. Sonunda hiçbir gayret göstermemeye karar veriyorum. Özgürlüğün ağırlığı ağır basıyor ve yatağında uyuyan bir bebek gibi sırt üstü dönüyorum. Kollarımı açıp geriyorum kendimi. Göze alıyorum her sonucu. Gün, tüm karanlığı yarıp dağıtmaya başlarken huzurun damarlarımda gezindiğini hissediyorum. Birazdan eşsiz sesiyle karatavuk ötmeye başlayacak. Her şey eskisi gibi olacak. Ben evime gideceğim. 

Kuş ötmeye başladığında aynı zamanda bir şeyleri müjdeliyor. Huzur veren sesi artık güven de veriyor. Her şeyin bittiğinin sesi bu. Adını müjdeci kuşu koyuyorum. Yavaşça ayağa kalkıyorum. Dağların etekleri ve tepeler net görünüyor artık.

Düşman askerleri de gitmişler. Büyük bir sevinçle toprak yolda zıplarken beni arayan  hastane çalışanları koluma girip deli gömleğini giydirmeye çalışıyorlar.

Ben "kurtulduk" diye naralar atarken biraz ilerideki kapıdan içeri giriyoruz. Yatağıma götürülürken nasıl sağ kaldığımı anlatıyorum heyecanla.

Kolumdaki iğne acısıyla yatağıma yatıyorum. Karşıdaki dağlar kadar huzurluyum. Bir görevli doktora benim eski bir asker olduğumu ve bilerek oraya bıraktıklarını anlatıyor. Bir yandan da "Ona iyi geliyor" diye mırıldanıyor hastane müdürüne. Zafer kazanmak kime iyi gelmez ki. Kızımın boncuklu bilekliğinin sesi şen şakrak. Müjdeci kuşu ötmeye devam ediyor. Hâlâ güvendeyiz demek ki...