Mükemmel adamın sabahın erken vaktinde gözlerini açmasıyla başlıyor yine hikâyemiz fakat bugün biraz derinlerde devam edecek gibi. Hatırlarsanız en son dışarı çıkma, ilham arama çabası tam bir fiyasko olmuştu. Bunun bir hata olduğunu düşünmedi de mükemmel adam, dünya ve üzerindeki canlıların acizliğinden yakındı. Daha sonra dedi ki kendi de inanmayarak: "Ben bir sanatçıyım, sanatçının ilhamı kendi içinde olmalı. Dışarıdan ilham almak, başka varlıkların yetersizliğiyle bezenmiş bir şaheser ortaya çıkarmak nereden baksanız imkansızdır. Böyle bir konunun varlığından dahi söz edilemez." Bunun gibi uzun ve anlam olarak birbirinin aynı olan cümleleri tekrarladı durdu ve sonunda kendini inandırdı.
Evet, sanat uzakta değildi. Sanat, tam olarak vücut bulduğu varlığın kaleminden dökülecek cümlelerdeydi. Onun sadece elinde değil dilinde, beyninde, kalbindeydi. Öyle bir cevherdi ki bu, eşine rastlamak mümkün değildi. "Mükemmel bir eser!" dedi mükemmel adam ve hafif bir tebessümle devam etti: "Ancak mükemmel bir kişinin anlatılması ile var olabilir." Ve gülümsemesi tüm yüzüne, tüm vücuduna, tüm dünyasına yayıldı.
Ve evet sevgili okur; kendi yorumumuzu katmadan, direkt mükemmel adamı anlatmaya başladık. Nasıl gidiyor? Mutlu musunuz? En son biraz gevezelik etmiştim, pek bir rahatsız olmuş gibiydiniz. Tutturdunuz mükemmel adam, mükemmel adam. Madem istediğiniz bu, sizi baş başa bırakıyorum o zaman. Zaten bana da edecek söz bırakmaz bu saatten sonra. Anlaşılan bayağı dili açıldı mükemmel adamın, o harika fikirlerini duyacağız sonunda. Ne dediniz? Mükemmel adamı mı küçümsüyorum? Bugüne kadar küçümsemediği bir varlık kalmamış bir insanı mı savunuyorsunuz bana? Peki madem, aradan çekiliyorum. Görün gerçek yüzünü de anlayın bu davranışlarımın sebepsiz olmadığını.
Son cümlelerimin ardından veda ediyorum. Mükemmel adam masaya oturdu, kalemini kağıdını aldı ve yazmaya koyuldu. (Anlatıcı yavaşça uzaklaşır...) "Ben Mükemmel Adam. İsmim bu değil elbette fakat kendime yakışacak mükemmel bir isim dünyada henüz var olmuş değil. Bu sebeple bu rumuzu kullanmayı uygun görüyorum. Zaten babam olacak adamın koyduğu alelade isimle yaşayacak olmak mantıklı bir karar değildi en başından beri. Kendi gibi bayağı bir isim vermiş bana da. İsmimi hiç sevmezdim, gerçi bu ismi uygun görene de bayıldığım söylenemez doğrusu. Fakat ona kalsa ben onu değil, asıl o beni sevmezdi. Ha hah sanki bu mümkünmüş gibi kendi kendine inanmış, yazık. Evini terk ettiğim gün geldi aklıma, o gün de beni kovduğunu zannetmişti. Döneyim diye ne ağlamıştır peşimden.
Madem bu adamdan bahsettim, yarıda kesmeyip buradan devam edeyim. Anlatılacak pek özelliği yok fakat yaptığı şeyler için aynısını diyemem, yani demem. Ne eziyetler çektirdi vakti zamanında. Zavallı annem sesini çıkarmazdı, tabii ne desin kadıncağız? 'Bu hayatta en sevdiğin insan kim?' diye sorulsa annem derim. En nefret ettiğim sorulsa yine annem derim. Asla babamın ismini ağzıma bile almam, ondan nefret edemem zaten çünkü insan sevmediğinden nefret edemez. Canımızı yakmaz yani böylesi.
Soğuk bir insanmışım, öyle derler genelde. Çocukken cıvıl cıvıldım hâlbuki. Bu klişe bir hikâyedir, insanların yaşama sevincini öldüren ebeveynler.
Babam -ki hâlâ böyle sesleniyor olmam saygılı bir insan olduğumdandır- kendini sürekli göklere çıkaran, ezik herifin tekidir. Ne çok över kendini, hiç sevmem böyle insanları. İnsan bir defa acizliğinin farkında olmalı, ah benim gibi mükemmel bir insanın bile kaleminden dökülebilen bu sözleri sıradan insanların idrak edememesi ne acı. Evet şimdilerde hâline acıdığım bu adam vakti zamanında bizi acınacak durumlara sokmaktan büyük zevk alırdı.
Daha 5 yaşındaydım, ne denirse inanırdım, kendi gerçekliğimin farkına henüz varamamış durumdaydım. İlk tanıdığım kişi annemdi, sonra da babam ve ardından kardeşim. Kardeşimden de bahsetmek isterim. Pek ilgi çekici bir hikâyesi yoktur fakat ailemin bir üyesi en nihayetinde. İlerleyen yıllarda değişen pek bir şey olmadı hayatımızda, o yüzden öncelikle genel olarak bahsedeceğim. Babam ve annem çalışır, eve geç gelirlerdi. Kardeşim ve ben genellikle evde birlikte vakit geçirirdik. Bu vaktin çoğunluğunu kardeşim bahçede geçirir, ben ise evdeki işleri hallederdim. Kardeşim asla bir iş beceremezdi çünkü, her zaman bu gerçeği ona da söylerdim. Cevap vermezdi, bence veremezdi aslında, buna da becerisi yoktu. Affedersiniz ama yaşamak için başka canlılara ihtiyaç duyan organizmalar olur ya, kardeşimin onlardan farkı yoktu. Çocukluğumuz kendi başımıza yaşamaya çabalamak ve akşam babam eve geldiğinde ondan dayak yememeye gayret etmekle geçerdi. Çoğu zaman bir sebep aramazdı gerçi dayak atmak için. İnsan böyle bir şey yapıyorsa sebebe ihtiyacı yoktu çünkü. Zaten ufacık çocukları dövmenin nasıl bir sebebi olabilirdi ki? Bir çocuk dayak yemeyi hak edecek en fazla ne yapabilirdi? Fakat bilindiği üzere böyle şeyleri sorgulama için öncelikle insanda düşünme yetisi olmalıydı, babam ise bundan yeterince yoksundu."
Mükemmel adam kalemini yavaşça bıraktı geçmişi hatırlamak onu biraz yormuştu. Yazmaya devam etmeden önce biraz dinlenmesi gerekiyordu.