O çizgi geçen zamanın olağan çizelgesine aykırı şekilde yamuldukça yamulur. 


Odamda tüm kabloların durduğu bir çekmece var. Hangisinin çalışır durumda olduğunu bilmediğim, bir kısmının bana ait olmadığına emin olduğum birbirine dolaşmış kablolar... Dışarıdan odama giren birinin ulaşmasının imkânsız olduğu sadece benim bildiğim ve ara ara açıp içine baktığım ve çokça “düzenlemeli” diye içimden geçirdiğim bir çekmece... Odamdaki bütün düzeni bir hiçe dönüştürdüğü yetmezmiş gibi bir suçluluk hissine dönüşüyor. Evet, odamdaki bütün düzeni bir hiçe dönüştürüyor ve ondan kurtulmak istiyorum. O dağınıklığın ve olmamışların var olduğu bu odadan kurtulmak istiyorum. Masamda bir mum yanıyor, alevlerin kitaplara sıçramasına izin veriyorum, bir yangın yayılıyor. Dumanları dağınık kablolardan oluşuyor. Sadece benim bildiğim bir dağınıklık kafamın içindeki bir odada alev alev yok oluyor. Tek şahidinin ben olduğum, uğrak olamayan, ne yaparsam yapayım dışarı açacak kadar mükemmel olmayan o odadan geriye anısal küller kalıyor. Küllere sırtımı döndüğümde yok olmalarını istiyorum. Fakat biliyorum arkamda anısal bir yığın duruyor. Odamdaki o çekmece şimdi tüm zihnime dalaşıyor. Zihnimde kusursuz bir düzen için çabalıyorum ve onu ne işe yaradığını bilmediğim kabloların dağınıklığından sakınıyorum. Kusursuzluğun içine sızınlar var, zihnimde birtakım mahvolmalar var. Görmesem de biliyorum ve bilmek beni de mahvediyor. Dağınık kablolar bütün zihnimi ele geçiriyor ve anısal küller her yere yayılıyor. Sığınacak ve unutacak bir oda kalmadı, her şey alenen ve apaçık. Gördüğüm bu zihni dönüştüremeyeceğimi düşünüyorum. Kusur hayatıma giriyor ve dağınık kabloları ölüme sunuyorum. Bana ikinci bir hayat, ikinci bir zihin ve dağınık kablolardan ırak ikinci bir oda gerekiyor.