Sorun değildi... Bir zamanlar. Güvendiğim bütün insanların aldatması mesela; bir başkasıyla veya yalanlarla. Sonuç ne olabilir? Hayatına eşlik etmek gerekiyor aslında insanların, hepsi bu. Nedir bu sahip olmak saçmalığı? Anlamıyorum. Sevilmenin dert olabileceğini, seni hiçbir zaman sevmemişim, cümlesiyle öğrenmek, gidene dur demek yerine, sen nasıl istersen, demek tercih edilebilir olduğundan, beni hiç sevmemişsin, cümlesiyle tazelemek. Hikaye bu değil, hikaye sonrası; psikolojim ve ben.
Henüz çocuk yaşta malum tehditler ve şiddet. Bu kadar basit ve sıradan bir şeymiş gibi anlattığım için kendimden utanmalıyım! Bunların sonuçları da hiçbir zaman masum olmadı: Patlayan kafa sendromu, vertigo, uyumak için güneşin doğuşunu beklemek, insanları karşına almak ve son olarak da -aslında son olan bu değil- kendi kendine konuşmak. Bazen kendine konuşmak, bazen biri dinliyormuş gibi; bir ölüye veya olmayan bir varlığa konuşmak, bazense bir ortam yaratıp, yakınlarında bir yere asıl dinleyicini koyup, tüm gösterini ona sergilemek. Hala devam eden şeyler. Sonralarında eklenenler; cinsel ilişkiden uzak durmak, insanlardan kaçmak, sevgiyi dert edip sevilmek için her şeyi sunmak ve ölmek istemek.
Henüz dokuz yaşında özgürlüğümün ve hayallerimin elimden alınacağı, spora gidemezsin, dışarıya çıkamazsın, harçlık alamazsın, tehdidiyle çalışmaya başladım. Gördüğüm ailevi şiddetler sonrasında ayna karşısında ağlamalarla kendi kendine konuşmaya ve erken yaşta kitaplığın yanına saklanarak ağladığım zamanlarda kitap okumaya başladım. Bazen pencereden, yardım ister gibi, dışarıya sarkarak ağlardım. Sanırım bunu da, ilkokul öğretmenimin, cevap veremeyen çocukları pencereden aşağıya sarkıtıp aşağıya atmakla tehdit etmesiyle öğrenmiştim. İtaat ederek, korkak büyüyerek devam eden zaman beni hiç tahmin edemeyeceğim sorumluluklara götürdü. Nerede okuyacağıma karar verildi, hiçbir şeyden anlamadığım, ya da babamın memur olmamasından dolayı, çok komik bir sayıyla okuldan atıldım: 0,41.
Arkadaşlarımın bir üst sınıfa başladığı dönemde ben işe başlamıştım, evimden çok uzakta bir yerde, kitaplar okuyarak yaptığım vapur yolculuğu sayesinde bu hayatı ne kadar çok sevsem de, orada da şiddet ve tehditler vardı. Ben orada bulunduğum sürece bu olacağından, oradan ayrıldım. Sonra aşk hayatım başladı.
Herkesin çirkin diyerek alay ettiği kadına sevgilim diyor, insanlara onu kabul ettirmeye çalışıyorken aldatıldım. Sonrasında başka biri, başka bir hikaye, aynı sonuç. Sonrasında hayatıma giren kadın, hastalığı yüzünden herkesin dışladığı, alay ettiği bir kadındı. Herkesin borcu olan ilgiyi, değeri içtenlikle sundum, hak ediyordu. Ben seni hiç sevmemişim, dedi ve gitti. Sevgi problem edilebilecek bir şey midir? Cevabını veremeden etmeye başladım. Bir daha hayatıma hiç kimseyi almayacağımı söylediğimde, yani bunları yaşadığımda henüz on yedi yaşındaydım. Tabii asıl söz sahibi olanın evren olduğunu o zaman öğrendim, yine aynı yaşta. Bulutlara isimler verdiğimiz, geçen uçakları sayarak hikayeler uydurduğumuz, sadece güzel şeyler yaşadığımız kadın... O da gitti. Ve sonra musallat olayı. Buna hazır olmayabilirsiniz, fazla ürkütücü.
Son olarak, olmayan varlıklarla korkutulmak ve bir şeyin yanlış olduğunu söylemek için olmayan varlıkları veya tanrıyı kullanmak... Bunları da eklemesem olmaz. Eklenilecek veya bahsedilecek onca şey arasından sadece buraya kadar olanları tercih etmem de aceleci davranmaktan kaynaklanıyor.
-- SON TERK EDİLİŞİN GECESİ --
Yatağıma yatar yatmaz üzerimdeki yorganla tüm vücudumu örttüm. Tamamen yorganın altındayken, kapıdan yavaş adımlarla birinin girdiğini, tahtadan zemini ezerek bana yaklaştığını duydum. Evden biri olma ihtimaliyle, yorganın altından kafamı kaldırıp bakmadım, uyuduğumu düşündürtmek istedim. Adımlar iyice bana yaklaştıktan sonra durdu. Ayağımın ucuna oturduğunu, ağırlığını bıraktığında anladım. Hafifçe ayaklarıma dokunarak, nazik ses tonuyla, ona bakmamı istiyor gibi, adımı sesleniyordu, tekrar tekrar. Sanki bana zarar vermek istemeyen biriydi. Ama kimdi, neydi? Korktuğum için kafamı kaldırmak istemedim. Korktuğum şey sonuçlarıydı; belki de bir kez görmek, hep görmek anlamına gelecekti. O yüzden, annemin telefonunun zil sesinin mahalleyi bile inletecek kadar yüksek olmasını kullanarak, yanımdaki telefondan, yorganın altında annemi aradım. İşe yaradı. Kafamı yorganın altından kaldırıp önce ayak ucuma, sonra da etrafıma baktığımda kimse yoktu. Hemen oradan uzaklaşıp, kalabalık olan bir odada uyumayı tercih ettim. Kimseye bir şey anlatmadım.
Bir gün sonra yine aynı senaryo. Fakat bu sefer ayaklarımın ucuna oturmadı. Oturmadı. Odadan içeri girdi, önce ayağıma, sonra dizime, sonra belime, sonra omzuma dokundu. Aynı şekilde, yorganın altındaydım. Bir sonraki hamlesinin kafamın üzerinden yorganı çekip alacak olmasıydı, emindim. İçeriden kardeşimin sesinin gelmesiyle, bu düşüncem gerçekleşmedi. Hemen kafamı kaldırıp bakmak istemesem de, yeniden oluşacak sessizlikle tekrar geleceğinden korkup yorganın altından hızlıca çıktım ve etrafa baktım. Yoktu. Yeniden kalabalık odaya yöneldim.
Bir gün sonra bunu anlatmak zorunda kaldım. Ablam gerçekten iyi fal bakardı. Kahveyi içtikten yarım dakika sonra fincanın soğuduğunu fark etti, bunun tuhaf olduğunu söyledi. Fincanı kaldırdıktan sonra tabağa dört parça, taşa dönmüş telve döküldü, bunun daha da tuhaf olduğunu söyledi. Bunları söylerken anlamadığını düşündürecek bir surat ifadesini saklamıyor, aynı zamanda hem benim için endişeleniyor hem de korkuyordu. Fincana baktıktan sonra, tabağa düşen telvenin ne anlama geldiğini öğrendi; bana dört farklı büyü yapılmış. Hepsi de olmayan varlıklar tarafından.
Bu hikaye gerçek olduğu için tekrar düşünme uyarısını yeniden buraya bırakıyorum.
Bu dört kişinin üçü bir aileydi: Anne, baba ve çocuk. Bu çocuğun ikiz bir kardeşi vardı fakat bu kayıptı. Benim birebir aynım olmasından dolayı, anne beni tekrar geri almaya çalışıyordu. Yani onu ben zannediyordu. Bu yüzden beni korkutmayacak şekilde, çocuğunu çok özlediği için bir an önce çabalayarak, oğlu sandığı beni istemeden rahatsız etmeye başlamıştı.
Diğer büyü, uzun buruna veya ağza sahip, dört kolu veya bacağı olan bir yaratıktı. Böyle söylenince ben yaratık olabileceğini düşünmüştüm. Onunla da tanıştım:
Bir gece saat 1-2 arası çatı katında oturuyordum. O çatı katından yazıyorum bunları. Ne zaman terasa veya pencereye doğru yönelsem, arkamda kalan salondan sesler duyuyordum. O yöne bakmadığım zaman bir şey hareket ediyordu. Kafamı çevirip baktığım zaman hiçbir şey anlamıyor, korkmadığım içinse sorun etmiyor, tesadüf diyordum. Sanki sandalye gibi hafif, plastikten bir şey oynuyormuş gibi, hızlı bir şekilde tık tık tık tık tık sesi duyuyordum. Koltuğa oturduktan birkaç dakika sonra, biraz önce salonun bana en uzak köşesinde olan şeyin, önümdeki masanın hemen arkasında olduğunu fark ettim: Sallanan oyuncak at. Göz göze geldiğim zaman korkmuştum fakat bunu asla ona belli edemedim. Gözlerini hiçbir zaman unutamıyorum. Oradan hiçbir şey fark ettirmeden kalkmış, eve inmiştim. Hala onu gördüğüm anda ampulün patlamamasından dolayı sevinirim.
Sonrası özgürlük. Hayatın içerisine bir şekilde kendimi tekrar attım ve kendi kendimi tedavi ettim. O çatıya çıkmaktan, karanlıkta oturmaktan, karanlıkla yetinmeyip gözlerimi kapatmaktan, çırılçıplak uyumaktan hiçbir zaman korkmadım. Birilerine hep ihtiyacım oldu kaçabileceğim, sığınabileceğim. Birisi çıplaklıkla tavlanabileceğim biri zannetti beni, o bulutlara bir daha isim vermedik. Birisi hayatında beni tutabilmek için kanser olduğunun yalanını söyledi, bir simit bir çayla kahvaltılarımız bir daha olmadı. Diğerleri farklı olmama, hayata bakış açımın herkesi düşünecek bir yapıya sahip olmasına güvendi, bir daha bizden konuşamayacağımız kadar kendi isteklerine yenildiler.
Uyumak için güneşin doğmasını bekleyen, patlayan kafa sendromu yüzünden -vücut uykuya yavaş yavaş teslim oluyor ve sen bunun farkındasın, tam uyuyacağını anladığın anda kafanda bir patlama oluyor ve yıldırım gibi kafanın içerisinde yayılıyor, bazen çok şiddetli, bazense çok hafif- uyuyamayan, her şeyi mahvetmelerine ortak olan birinin hikayesi. Fazlası masumiyet barındırır, eksiği suç.