Ankara'dan memleketim Kars'a 20 yıldır görmemiş olmamın heyecanıyla gidiyorum bugün. Evet çok heyecanlıyım çünkü Katherina Sarayı'nın yanındaki akarsuda bir kahve içip o akustiği dinlemenin hayalini kurmuştum onca zaman. Elbette bununla da sınırlı değil.Tren seyahatini sevdiğim için böyle bir tercihte bulundum.Hayatımın bundan sonraki bölümünde bu enerjiyle böyle bir yolculuk yapar mıyım bilemiyorum ama,sanırım 26 saatlik yolculuğun tadını çıkarsam iyi olacak bunu düşünmek yerine artık. Kiminle konuşsam seyahat ya da yolculuk yapmayı çok sevdiklerini söylüyorlar. Ve bu sevgi yaş ilerledikçe yalnız, bir başına ve bol düşünceli bir şekilde tecrübe edilmek isteniyor. Nedenini sanırım 30'lu yaşlara geldikçe anımsamaya ya da idrak etmeye başlıyoruz. Şuna bağlamadan da geçemeyeceğim; yüklerimiz var, ve bu yüklerin yola çıkınca azalacağını düşünüyoruz ya da kendimizi bu düşünceye inandırmaya çalışıyoruz sanırım. Bu da sanırım insanoğlunun modern zamanda kendini yenileme ya da az da olsa rehabilite etme yöntemlerinden biri olsa gerek. Ama şöyle de bir gerçeği göz önünde bulundurmalıyız, Bir yolculuğa çıkmazsak, ya da hikayemizi yazmaya başlamak için tereddüt edip üşenirsek ya da çekinirsek, o hikaye bizim için asla yazılmayacak. Hikaye aslında biziz, yani kendimiz. Şu güzel sözle de kapatayım bugünkü yazımı;

Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.


Hikayeniz güzel olsun. :)