Güneşin neşeli ışık demetleri bulutlardan tatlı bir müzik gibi yeryüzüne düşüyor, sıcaklığın mest ettiği kedi kendisini bu muntazam hissiyata kaptırıyordu.

Gözleri ağır ağır kapanıp aynı ağırlıkta da açılıyordu. Aldığı bütün zevki ona bakan gözler için büyük bir usta tiyatrocu edasıyla canlandıran hareketlerle geriniyor esniyor ve yuvarlanıyordu.

Bütün bu tembelliğinin yanında arada bir de çalışma aşkı depreştiğinden, tüylerini yalamayı ve patileriyle silmeyi kafasının orasını burasını silmeyi ihmal etmiyordu.

Tanrı zamanı onun için yaratmıştı sanki. Ona her bakıldığında ne kadar da dolu dolu bir yaşama aşkı var, derdi insan. Bu kedi yaşamayı biliyordu. Ne gam ne keder, büyük bir özveriyle hayatı kabullenme yeteneğine sahip.


O sırada bir kuzgun zıplaya zıplaya ortalığı ayağa kaldırıyordu. Yeryüzüne düşen neşeli güneş ışınları onun bağırtılarından ürküp arada bir bulutların arkasına saklanıyordu.

Kuzgun büyük bir sabırsızlıkla zıplaya zıplaya geldi kedinin yanına. Bağırtılarına bile tepkisiz kalan bu amaçsız kediyi rahatsız etmekti amacı.

Kedinin keyfini güneş ışınlarının üzerine düşmüyor olması kaçırsa da artık dayanılmaz olan bu bağırışlara kuzguna bir patisini uzatarak tepki gösterdi.

Kuzgun sonunda istediğini almıştı. Kedinin rahatını bozmuştu. Ama yeterli değildi onun için bu kadarı. Biraz daha keyfini kaçırmak istiyordu.

— Sıkılmıyor musun böyle yaşamaktan? Hiç mi rahatsız etmiyor geçirdiğin bu bomboş hayat seni, dedi muzipçe gagasını güneş ışınlarının yeryüzüne düşmesine engel olan bulutlara doğru açarak.

Kedi hiç istifini bozmadı. Bir süre geçti böylece. Kedi bu kuzgunu başından defetmek istiyordu. Güneş ışınlarının gitmesinin nedenini kuzguna bağlamıştı. Ve rahatsızlık nedeni olan bağırtıları da kuzgunla birlikte defedebilmek için ona istediği sohbeti bir an önce vermek istedi ve cevapladı isteksizce sorusunu.

— Sıkılmıyorum. Karnım tok. Güneş bütün kudretiyle bedenimin ihtiyacı olan mutluluğu doyuruyor ve ben de bedenimi onu temizleyerek onurlandırıyorum. Bütün bunlar bana müthiş bir huzur veriyor. İşte hayatın en anlamlı anları bunlar.

Kuzgun pis bir bağırtıyla güldü bu sözlere.

— Ben senin yaşının iki katı yaşadım bu dünyada ve hayatın en anlamlı anları bunlardı diyemem.

— Peki nedir öyleyse, diye sordu kedi.

— Hayatın anlamı onu yaşamaktır. Mesela ben yemek nasıl bulunur bilirim. Çünkü bunu öğrendim. Kafam çok çalışır benim. Bir sürü yer gördüm. Mevsimleri ayırt edebilirim. İnsanları ayırt edebilirim. Birçok hayvanla anlaşabilirim. Senin aksine birçok şey öğrenirim. Hayatı doya doya yaşarım. Henüz senin yaşlarındayken ben, bir cevizi trafiğin yoğun olduğu yerde arabaların altına atarak kırıyor ve karnımı doyuruyordum. Buna zeka der insanlar. Çözüm üretmek gerekir. Sen fareler tükense aç kalırsın. Benim sahip olduklarıma sahip olsaydın neler yapardın bir düşün. Hayat sadece kendi tüylerini yalamaktan ve güneşin altında keyif çatmaktan ibaret değildir. Çok çalışarak karnını doyurmalısın. Kafanı çalıştırmalısın. Doğa her zaman sana aynı yetenekleri kullanma imkanı veremez. Yaşlanınca ne olacak? Çevikliğin gidecek. Belki de bir yerlere ölü fareler saklamalısın.

Kedi biraz durdu ve hayatını gözlerinin önünde canlandırırken bir analiz yapmaya girişti. O kadar yetenekli bir avcıydı ki hiç aç kalmamıştı şimdiye kadar. Çok çevikti ve doğa onu zekasını kullanmak için yaratmamıştı. Zaten ihtiyaç duyduğu her şeye tam erişimle doğmuştu. Ama kuzgunun söylediklerine öyle özendi ki kendi hayatı bir an gözlerinin önünde değersizleşti.

— Peki... Ben de zeki olabilirim, dedi kedi. Bir iddiaya girer gibi söyledi bunları kuzguna.

Kuzgun istediğini almıştı. Kabul etti bu iddiayı. Kediyi oracıkta bıraktı ve uzaklaştı oradan.


Kedi hayatının tam ters yönünde geçirdiği onca zaman boyunca çok mutsuz olmuştu. Aradan geçen yıllar onu bir kürek mahkumu gibi yıpratmıştı.

Kuzgunla karşılaştıklarında onun kadar mutlu değildi artık. Kuzgun kediye zıplayarak yaklaştı ilk karşılaşmalarında olduğu gibi.

— Ne kadar aptal bir hayvansın sen böyle, dedi kuzgun aşağılar bir ses tonuyla.

— Sorma kuzgun. Olmak istediğim ile olduğum arasında sıkışmış acınası bir zaman geçirdim ama sonunda daha zeki bir kediyim artık.

— Ne fark eder ki, dedi kuzgun üzgün bir ses tonuyla.

— Fark eder kuzgun. Mesela sen hep bilgiliydin. Sen en çok şehri gören kuzgun değilsin. Bütün kuzgunlar kadar bilgilisin ve onlar kadar çok şehir gördün. Ama ben kedilerin en zekisiyim, kedilerin en çok şehir göreni ve eğer bir gün fareler tükenirse hala doyabilecek yollar bileniyim, dedi gözlerindeki zeka kıvılcımlarıyla.

— Ben sadece basit bir hayata sahip değilim, ama basit bir kuzgun olabilmeyi sevecek kadar zekiyim. Ama sen basit bir kedi olabilecek kadar zeki değildin. Bütün kediler mutludurlar. Çünkü onları mutlu eden şeylerin peşinde koşarlar. Ama sen senin elinde olmasını istediğin şeylerin peşinden gitmeye istekliydin. Senin keyfini kıskandım ve sana kuzgun olma hayalini sattım. Sen de bu hayali bir kedinin hayatına uyarladın. Bulutların arkasında kalan güneşe sinirlenmiştin ilk tanıştığımızda ama sonrasında hep bulutların altına kaçtın.


Kedi bir kez daha pişman oldu bu sözler karşında ve hayatını gözlerinin önünden geçirdi tekrar.

— Ben sadece daha fazla mutlu olmak istedim.

— Ah kedicik... Böyle bir şey mümkün değil. Ya mutlu bir kedi olursun güneşin sıcaklığı altında uyursun ya da bir kuzgun olursun bulutların altında kasvete boğulursun. Bizim mutluluğumuz mutsuzluktur. Bağırır çağırırız her zaman. Düşünür dururuz. Bu biziz ve biz, biz olmaktan dolayı mutluyuz. Mutsuz olanlar da eğer huzurluysa bu halde olmaktan, mutluluk bir zehir gibidir onlar için. Mutlu olmaya alışmış bir kediyi mutlu olmakta kuşkuya düşürerek zehirlemek gibi.

— Peki ben ne yapacağım şimdi? İkisi de olmayacak hayatımda artık.

— Üzülme kedicik artık insanlar kadar mutlu ve mutsuz olabilmeye hak kazandın sen de. Çok sorgulamak, mutlu olmaktan fazlasını bilmek için uğraşmak ve bir başkasında olanı istemek laneti seni, onların elde edebildiği kadar küçük mutluluklara ve onların sahip olmaya eriştiği kadar büyük mutsuzluklara mahkum etti.