Ortaya konacak hiçbir çaba, yapılacak hiçbir değişiklik, dokunacak hiçbir sihirli değnek insanlar için mutluluğu ve huzuru sağlayamaz.


Bilimsel olarak ya da matematikle fizikle açıklanamayacak olgulardır bunlar. İspatı yoktur bunların, teoriden ibaretlerdir. Her denekte farklı sonuçlar veren, farklı anlamlara tekabül eden bir veri asla bilimsel olamaz, göreceli olan şeyleri de kriter alıp özelden genele yayamayız.


Ayrıca insanların yalancı varlıklar olduklarını da bildiğimiz için hiçbir ‘’mutluyum‘’ ya da ‘huzurluyum‘’ söylemi gerçekle ilişkilendirilemeyecek kadar şüpheli ve bilimsel olarak da ölçülemeyecek söylemdir. Beynin salgılamaları ve hormonal endorfin ya da seratonin müdahaleleri veri gibi görünse de bunlar tabi ki kısa zamanlı etkileri olan verilerdir. Bir tiryakinin zamanı gelince bir sigara yakması ile bile tetiklenebilecek kadar basit mekanizmalardır çünkü ve asla mutluluk veya huzur ile bağdaşamaz.

Mutluluğa dair şeyler de görecelidir. Kimisi mutsuz hissetmemeyi mutluluk olarak tarif eder, kimisi bir gün doğuşu izlemeyi huzurdan sayar. Oysa mutsuz hissetmemek geçicidir, gün doğuşu ise dünyamızda milyonlarca kere milyonlarca kez olan, sıradanlaşmış bir şeydir ve izleyip de huzuru bulduğunu iddia eden kişi bu huzuru tekrarlamayacaktır, yahut tekrarladığı oranda sıradanlaşacağı için kendi kendine icat ettiği bu huzur hissi dejenere olacaktır.


Birilerini mutlu eden her şey birilerini mutsuz etmeye münasiptir. Yeni bir gün doğuşunu karşılarken huzur bulan birisine istinaden o yeni doğan günle infazı gelecek olan bir mahkum vardır ve onu izlemek acı verir ya da o gün sevdikleri ile ayrılık günüdür başka birisi için kader de bir daha onu görmesine müsaade etmez. Kimisi ailesi ile geçirdiği günlerden mutlu olur, kimisi ailesinin evinden kaçmayı başardığı gün.

Bir insanı mutlu yada huzurlu kılacak tek şey spesifik olarak kendi cennetine sahip olmasıdır denebilir. Kimisi, yarattığı kendi cennetinde karşı cinsle sınırsız münasebet hayal eder, kimisi ölen sevdikleri ile sonsuz bir hayat, kimisi çocukluk ukdeleri ile donatılmış bir oda belki de.

Herkesin kendi cennetine sahip olması noktasında da deneyler insanların en sevdiği şeyler ile dolu olan bir hayatın içinde bile mutluluğu kaybettiğini, olağanlaşan şeyin sıradanlaştığı noktada sıkıcılaştığını ortaya koymaktadır.


En nihayetinde mutlak mutluluk yahut mutlak mutsuzluk yoktur. İnsanlık var oluşundan itibaren devamlı surette kendi kendisini keşfetme hızıyla aynı oranda kendi kendisini de şekillendirmiş ve tanımlamıştır. Tanımlamanın konsensüs oluşturulup ortaya konduğu anda ise o tanımdan daha başka bir şekli çoktan almış değişmiş gitmiştir bile.

İnsan psikolojik olarak kazanç elde etme ihtimali ile zarara girme ihtimali arasında kaldığında genel manada zarara girme ihtimalinden kaçınma bazlı hareket eder. Mutluluğu kovalamak yerine mutsuzluktan kaçınmak motivasyonu baskındır. Bu da aslında tam çerçevesini fark edemediği bir yapısallığıdır insanın. Bundan ötürüdür ki insanlık ya keşfetmeyi bırakacak, ya da kendisini tanımlamayı bırakacak. Bu ikisinden birisini başarabildiği zaman mutlaka ki mutluluk ve huzur denen kavramların da tam karşılığını bulmaya yaklaşacaktır.


Bu noktada çizdiğim karanlık tabloda bir ışık doğabilir.


Durmak…

İnsanlık durup soluklanmalı, gelişmeye çalışmayı bırakıp mevcudu tanımlama ve tamir etmeye odaklanmalıdır. Çünkü insanlığın gelişim ihtiyacı ve hevesi her zaman savaşlar, yıkımlar, teknoloji ve kirlilik getirmiştir hayatına ve dünyaya. Oysa kendini tanımlama ve tamir süreci felsefeyi, sosyolojiyi, tıbbı, doğa ile barışmayı getirmiştir. Son 200 yılda baskınlaşan çağın hastalığı stresin sebebi insanın kendi doğası olmayan bir çevrede ve ekosistemde yaşamasındandır. Kafese kapatılmış hayvanlar gibi yaşıyor ve kendi kendini kafese kapattığı için kendi kendisi ile mücadele verip duruyorlar. Hedefler, statü kovalamalar, genetikten gelen üreme ve çoğalma baskısı, hep daha fazlasını hedefleten dünya düzeni, bitmek tükenmek bilmeyen beğeni onay ve tasdik ihtiyacı, insanın kendi kendisine kurduğu kumpastır ve kitleler asla mutluluk ve huzura eremez.

Bu noktada tek kurtarıcı olan ölümdür. Tüm bu debelenmeler içerisinde bireyler hayatlarını kısmi mutluluklar, kısmi mutsuzluklar, yakınlarının ölümü, yeni yakınlarının doğumu, bazı şeylerin bolluğu ve bazılarının noksanlığı şeklinde sürüp giden bir hayatın sonunda bulurlar. Mutlak mutluluk ve huzura kavuşma anıda aslında budur çünkü mutluluğu dejenere eden, mutsuzluğa sebep olan hiçbir şey ölüme ait yada ölüme dair değildir. Sürüncemede olan her sürecin kötü bir sonu dahi olsa sona ermesinin insanı rahatlatmasının sebebi, belirsizlik denen durumun son bulmasıdır çünkü. Tüm hayatını belirsizlikle geçiren, devamlı surette bildiği şeylerin değiştiğini ya da bildiği gibi olmadığını deneyimleyen, yaşamının devam edip etmemesi noktasında kontrolü sıklıkla elinde bulunduramadan yaşayıp giden kişi için tüm belirsizlikler sona erer.

Son…


Matrix filminde de Ajan Smith’ in 3 film boyunca izlemiş olduğumuz yaşam sürecinde tüm deneyimlerinin, ve tüm deneyimlere sahip olan insanları zihnen ve bedenen ele geçirmesi ve de her şeyi gören kahini de ele geçirmesi ile tüm o milyonlarca insanın felsefi, yaradılış ve düşünce olarak geldiği mertebelerin toplamı ile ortaya koyduğu savın ‘’ var olmanın sebebi / hedefi yok olmaktır ‘’ şeklinde ifade edilmesinin sebebi de tam olarak budur.


Varlıkla alakalı tüm endişeler, tüm hayal kırıklıkları, tüm eksiklikler, tüm şikayetler ancak yokluk ile cevaplandırılabilir. Yazıp beğenmediğiniz bir hikayeden kurtulmanın yolu onu silmektir. Söylenen kırıcı bir lafın ilacı özür dileyip onu nötrlemektir. Mutlu olmaya çalışmanın yolu mutlu olmaya çalışmamaktır. Ezcümle, insanların genelini daha mutlu ve huzurlu yapmanın da tek yolu bu konuda hiçbir şey yapmamaktır…