Bazı zamanlar soruyorum : " Farklı bir toplumda dünyaya gelseydim, bambaşka bir yaşama mı sahip olurdum ? " diye. Her birimizin çok derin ve bilinmez yanlarının olduğunu düşünüyorum. Hayatı nasıl yaşayacağımızı, nasıl değerlerimiz olması gerektiğini, içinde bulunduğumuz toplum belirliyor. Çok azımız, farklı bir yol seçmeye karar veriyor. Hangi toplumdaysak, o toplumu oluşturan dine, ırka, değer yargılarına hatta ahlak anlayışına sahip oluyoruz. Bu şekilde bir düzenin olması insan yaşamının çok ilkel olduğunu düşündürüyor. Oysaki daha karmaşık olması gerekmez miydi diye düşünüyorum. Sadece yargılanmayı göze alabilenler veya daha cesaretliler mi demeliyim pek emin değilim fakat kastettiklerim mi farklı yolu seçerse hayatını istediği gibi şekillendirecek güce sahip olabiliyorlar? Ya bu durumu hiç fark etmeyenler, hayatı öylece anlatıldığı gibi yaşayıp gidenler? Bu konuyu yıllar önce bir arkadaşımla konuştuğumda; “İnsan mutlu ise bence düşünmeye gerek yok.“ demişti. Şöyle bir soru sordum : “ Peki ya belki gerçekten daha mutlu olacağı anlar vardır veya yaşadığı anlardan farklı olarak seçtiği başka bir yaşam tarzı ile kendini daha özgür hissedeceği anları vardır?” Cevabı beni daha çok şaşırtmıştı ; “ Belki de haklısın, düşünüyorum da ben çok eğlenmeye düşkün ve meraklı biriyim, her gün bambaşka hiç bilmediğim yerde arkadaşlarımla vakit geçirmeyi çok isterdim. Ama bilirsin aile yapımızı, ağır başlı ve ne istediğini bilen biri olmam gerekiyor. Hem öyle her istediğim yere gidip eğlenmeyi istemem, ailem ve çevrem tarafından uygun karşılanmaz. B u durumdan pek rahatsız değilim sanırım. Fakat ailemi mutlu etmek beni mutlu ediyor. Bu yüzden çok fazla düşünmeye gerek yok. “demişti. Fark etmiyordu ama kendisi de bu konu üzerinde aslında düşünmüş ve neyin onu mutlu edeceğini biliyordu. Yine de hayatını bu şekilde devam ettirmeye karar vermişti.

Bu cümle üzerine düşünmüştüm: “ Ailemi mutlu ediyorum, bu yüzden mutluyum” .Herkes ailesini mutlu etmek ister fakat tüm hayatından taviz vermek gerçekten doğru muydu? Sanırım bir ebeveyn olsaydım bunu istemezdim. . Nedense bu konuşmadan sonra o arkadaşımla her karşılaştığımda bana farklı baktığını hissediyordum. İçinde olan o özlemi mi hatırlatıyordum , yoksa ben mi öyle hissediyordum bilmiyorum. Sanki bana gizli bir sırrını vermişte bu sırrı saklamamı ister gibi bakıyordu. Bende yalnız kaldığımız zamanlarda onu anlayabilmek için konuyu açmaya çalışırdım, şakayla karışık “çılgın dostum” derdim. Yarım ağızla güldükten sonra yüzündeki acı tebessümü yakalardım. Hayır, onun mutlu olduğuna inanmıyordum. Ailesini mutlu etmek, onu mutlu etmiyordu. Kendine söylediği bu yalana inanmış veya inanmış gibi yapıyordu. Bunu , hiçbir zaman öğrenemedim.

Bu düşüncemle , her şeyi istediğimiz gibi yaşamalıyız demiyorum fakat bazılarımız hiç kendisine ait olmayan hayatları yaşıyor. Arkadaşım, kendini tanıyordu; meraklı, eğlenceli bir karaktere sahipti. Birlikte geçirdiğimiz vakitlerde onu yeniden tanıyordum. Dış görünüşü ile öyle sert mizaçlı, ciddi duran bir kişinin bu kadar samimi ve eğlenceli olması beni çok şaşırtmıştı. Bilmiyorum belki de bu şekilde bastırılmasaydı, herkes tarafından tanınan, çok popüler ve kendi gibi hissedeceği bir hayatı yaşayabilirdi. Ailesi ile iletişiminde bile bizimle olduğu kadar rahat değildi. Çünkü mutlu etmesi gerekiyordu. Kendini ve iç dünyasını gizlemesi gerekiyordu. Bu durumu her zaman çok acımasızca buldum.

Bu konu üzerinde düşündüğüm zamanlarda aklıma Ahlat Ağacı filminde geçen şu replik geliyor : “İnsan neden illa, en yakınında duran hayatı seçip, onu yaşamak zorunda ki? Hâlbuki hayatta öyle güzel şeyler var ki: Kalabalık, ışıklı caddeler… güzel yemekler… uzaklara giden gemiler… aşklar, sarhoşluklar… yağmurda ıslanmalar.”

Tek soru: “ Neden ?” Bu soruyu kendime çok fazla sordum. İtiraf etmem gerekirse, çocukluğumdan beri hep bir yerlere bu soruyu yazdığımı hatırlıyorum. Tabii o zamanlar nelere neden sorusunu sorduğumu hiç hatırlamıyorum. Fakat garip bir şekilde bir deftere, bir kitaba ve hatta klişe olacak ama camın buğusuna bile yazardım. Hayata karşı hep " neden " sorusunu sordum. Bazı zamanlar bilinçsizce yazdığım dahi oldu. Bu soruyu yazmayı severdim. Bugünse “ Neden hayatı olduğu gibi yaşıyoruz? sorusunu soruyorum. Bazı zamanlar özgür olduğumuza inanmıyorum. İnsan gerçekten her şeyi ardında bırakıp tam olarak yaşamak istediği hayatı seçebilir mi? Bu kadar cesur olabilir mi? Buna cesurluk mu denir yoksa bencillik mi? Tabii ki yine sorularıma hiçbir cevap bulamıyorum. Hatta bazen cevap bile aramıyorum. Yaşam çok karmaşık bir yapı, sanırım tek bir cevap veya doğru yok. Her sorunun veya cevabın kendince haklı veya haksız yanları var.

Aklıma geldikçe bu konuda çevremi hep gözlemliyorum. İnsanlara sorular soruyorum. Bazen ben mi böyle düşünüyorum desem de çoğu kişi farklı hayatı arzuluyor. Mutlu olduklarını söylüyorlar ancak hemen ardından sıkıştıkları rutin hayattan şikâyet ediyorlar. Düşündüğüm gibi her birimizin çok derin ve bilinmez yanlarının olduğunu fark ediyorum. Birçoğumuz , yanı başımızda bulunan hayatı seçtiği için, bu yanlarını bile keşfedemeden hayatı yaşıyor. Ne kadar ürkütücü ve acıklı bir gerçek! İnsanın, onu neyi mutlu ve özgür hissettiğini bilemeden bu hayattan geçmesi. Koskoca hayatı, öylece yaşaması…

  Son olarak , Böyle Söyledi Zerdüşt kitabında geçen şu alıntıyı eklemek isterim: “ Ah şu sözümü anlayabilseniz: Her zaman istediğinizi yapın , - ama önce isteyebilen birileri olun.” Bu alıntı hep düşündürmüştür; isteyebilen biri olmak... Sahi kaçımız bunu başarabiliyor ? Evet , yine bu yazımı da her zamanki gibi , iyi dileklerimle sonlandırayım. Belki de kendi derin ve bilinmez yanlarını keşfetmeye ve hayata geçirmeye cesaret edememiş biri olarak...

Umarım, isteyebileceğimiz bir hayatı seçebilecek olgunluğa erişebiliriz. Öylece yaşamak yerine, isteyebildiğimiz hayatı yaşayacak güce sahip oluruz. Seçtiğimiz bir yaşama sahip oluruz.