Okuyacağınız metinde tetikleyici unsurlar bulunmaktadır.
Mutsuzluğun tarifi, insanın tüm yaşamsal formlarına olumsuz etki eden bir etmendir. Bu bağlamda birey hem kendini hem de kendini oluşturan tüm edimlere ve varyasyonlara karşı bir antitez oluşturarak varlığını devam ettirdiği gibi aksi yönde eylemde bulunarak var olma çabasına son da verebilir. Buradan hareketle intihar aksiyonunun temel sacayağına dair bir domin elde etmiş olur.
Mutluluk, kişinin hem ruhsal hem de bedensel reformlarını doğru bir sentaksla hayatına sindirmesidir. Peki kavramın sacayaklarına indiğimizde yani ruhsal ve bedensel mekanizmasına dair cümle hatta söz söylemeye çalıştığımızda odak noktamız ne olacaktır? Yani mutluluk kavramının bir merkezî noktası var mıdır? Eğer “var” diyorsak tüm bireyler için aynı reçeteyi sunabilir miyiz? Bireylerin ortaklıklarından hareketle tüm çeperlerine dair yeniden ve yindenliği olan kelime inşa edebilir miyiz? Misal inşa sürecinin sancılı ve acılı yanlarını tıbbi açılımla daha sakin atlatması için kullanılan ilaçlar yani kimyasal eklemler, bireyin kendiliğine sirayet ettiğinde ne kadar doğru bir davranış sergilemiş oluruz? Bireyin oluşsallığına dışarıdan bir güçle etki edilmesi, onun kendiliğine olan hesaplamalarını altüst etmeyecek midir? Çünkü her birey kendilik algılanımını farklı alt-tepe noktalarına indirgediği için verilen cevaplar ne kadar tatmin etmiş olacaktır?
İntihar; kişinin kendilik seçimi olarak baktığımızda ve bu kararı verirken etki eden dominleri aradan çıkardığımızda yine kişi aynı kavramı eyleme dönüştürecek midir? Çünkü koşullar değiştiğinde sonuçlar da otomatik olarak revize edileceğinden kişi aslında vermiş olduğu kararın doğruluğunu sorgulayacaktır. Ve böylelikle yaşamaya daha sıkı bir şekilde sarılacaktır. Ve böylelikle kişi, hayat denen kumar masasında oturmaya devam edecek, eli ne kadar kuvvetsiz olsa dahi savaşmaya devam edecektir. Peki öyleyse intihar edimini gerçekleştirmekten vazgeçen birey, aslında tamamıyla koşulların dayatmış olduğu korteksten hareketle bu eylemin kaçınılmaz olduğunu düşündüğü için yapması-yapmaması konusunda tam bir muamma içinde olacaktır. Ve bunun hakiki bir karar olmadığı anlaşılacaktır.
Ölüm; bir seçenek değil, bir sonuçtur. Bunu anlamak için tarihe ve kültüre bakmamız yeterli olacaktır. Çünkü ölümün bize göstermiş olduğu doğruluk, aslında bütün bir yanlış veya doğru ikileminin çatışmasından doğan doğal bir hak olarak anlaşılabilir. Dolayısıyla bu doğal hakkın yapay hiçbir edimden etkilenmemesi gerekir. Lakin hayat düzlemi daima bireyi etki-tepki alanına sürüklemektedir. O zaman doğru bir ölüm anlayışı için kendini suyun akışına bırakmalıdır, diyebilir.
Yaşamak; kapitalist, emperyalist ve sosyalist diyagramların altında ezilen bir formdan öteye geçmemektedir. Bu üç domin altında varlığını sürdürmeye çalışan birey daimalığını korurken hep yaşamayı ölümün varlığıyla hakikatini ve doğallığını korumaya çalışmaktadır. Bunu korumak ne kadar zor ve imkansız gibi gözükse dahi eğer kişi savaşçı bir yapıya sahipse elbet kazanmayı ve kaybetmeyi önemsemeden çarpışmaya devam edecektir.
Sonuç olarak; yaşamakla sınavında ölümün kollarına sarılacağımız bir evrende, hayatta ruhunuzun boğazında düğüm düğüm olan harflerden kurtulmayın. Çünkü onlar sizi güçlü ve savaşçı kılacaktır. Ve kalkın, savaşmaya başlayın. Yoksa kimse sizin için savaşmayacak hatta sizi alaşağı etmeye çabalayacaklardır. Unutmayın, önemli olan tek şey kendiniz değilsiniz. Sizin siz olmanızı sağlayan dominler için çatışmanızdır. Lütfen savaşmadan hükmen mağlubiyeti kabul etmeyin!