Uyanmak istemedi. Bugün sınav var, mezuniyet balosunun hazırlıklarına neredeyse zorla ayak uyduruyordu. Bir ay sonra dil öğrenmeye Almanya’ya gidecekti. Sanat arkeolojisi bölümünün nerede iş olanağı yaratacağı muammaydı ama bitiyordu artık, yeni hayatının farklı evresine merhaba diyecekti.
Küvete su doldurdu. Ayılmak niyetine buzdolabına kafasını uzattı, gözlerini kapattı, eline süt şişesini aldı, ağzından damlacıklar akıta akıta lıkırdatarak şişenin yarısını içti. Tost ekmeklerini kızartmaya vakti olsaydı, mutfakta biraz daha oyalanabilirdi. Hüzünlendi, nefret ediyordu sınavlardan. Kendi kendine söylendi. Özgür iradesiyle bilgi deneyimi başka yöntemlerde ölçülebilir kanaatindeydi.
Üzerinde her akşam giydiği her sabah titizlikle katladığı siyah koyu polar sabahlığı vardı. Banyonun kapısına dikkatle astı. Maddi değeri olmayan tasarladığı style giysilerine tutunuyordu. Eşyalarına tapıyordu. Ütülemeden kıyafetini giyinmezdi. Tüm dolap gothic metal renklerle muntazam düzendeydi.
Mezapotamya’nın piramid taşlarını meydana getiren özgünlük hiçbir Batı rüyasında bulunamazdı. Bir tanrıça olsaydı eğer, vardıysa reenkarnasyon, kendisinin Tsovinar olabileceği yönünden kesinlikle emindi.
Duşa girdi, hijyenine özenmeyi severdi, köpüklendi, arındırdı takıntılı kuşkulandığı meselerden zihnini ve simsiyah havluyu sardı bedenine ardından iskambil falından rastgele kart çekti. Kupa dörtlüsü çıktı şansına, anlamı neydi neyin nesiyse fırlattı yatağın üstüne kartları. Giyinmeye başladı.
Dolabın kapağını itinayla açtı. Siyh mat kazak, siyah kot pantolon, siyah bere, siyah mont, siyah çorap, siyah pagan desenli kolye, siyah toka ve son olarak siyah çantasıyla tamamlandı. Eksik bir şey vardı. Gümüş takıları arasından yüzük seçmek de istedi ancak sınava yetişmesi gerekiyordu. Kalsın dedi aman bugün gümüş yüzük takmasındı bari, vakit daralıyordu.
Kapıdan çıktı. Telefonunda instagrama bakarken HAYTAP kampanyasının imza topladığını gördü. Bağış gönderecekti, aksilik bu ya KYK borcunun son taksitini geçen ay ödenmiş vakıf bursunun parasıyla kapattığından kartında para arttıramadığını farketti.
Sıradan herhangi bir gün olmasını dilerdi ki bitsin, uykusunu alamadığı yılların acısından intikamını kolaylıkla alsın arzusu hissindeydi.
Vapurda karşıya geçerken aynasını çıkardı çantasından. Koyu bordo renginde ruj süründü, renk gelsindi hayatına. Donuk bakışlı tiplerden iğreniyordu. Gözlerde mana yoksa, sis bulutlu gizle kimlik bocalayanların çarmıha gerilen suç kayıtları bir yerlerde ifşa edilir fikrindeydi.
Sınıf esiyordu, tahta kapı arp notalarından çığlığa dönüşen çarpma tıkırtısıyla irkiltici betimlemelere kaynak niteliğindeydi. Hocanın asistanı dağıttı soru kağıdını, elindeki kalemi sihirli değneğe benzetmek mümkün mü? Kağıtlar dağıtılınca herkes gömüldü. Başı sadece eğilmeyen kendisiydi.
Su sarnıcının inşaat alan tespit tarihçesi ve boyut santimleriyle ilgiliydi sorular. ‘Çılgın Romalılar hepinizden bugün kurtulacağım’ diyerek camdan bağırsaydı muhtemelen disiplin kuruluna sevk edilebilirdi.
Yürüyerek arkeoloji müzelerinde dolandı. Bir iki selfie çekindi, şu edemediği kahvaltıyı atıştırmalık hamur bazlı açmalarla geçiştirdi, çay da içecekti vazgeçti. Çay mide bulantısı hissi uyandırdıyordu. Belki bir gün dedi kendi kendine sütlü çay icat edilmişti haberi yokmuşçasına içerdi, bugün o gün değildi.
Hava grileşti. Galata Köprüsü’nde yürümeye halsizdi., evine döndü. Televizyon açtı ses olsundu, kumandaya öylesine bastı. CNN İnternational kanalında Prag’da düzenlenen Franz Kafka eserlerinden konuşulduğu söyleşideki anma töreninden kesitler yer alıyordu. O sırada yemek yemeği düşünemezdi, mezuniyet balosunda giyineceği elbiseyi inceliyordu, dolabına yerleştirdi. Raftan Dava’yı çekti, okuduğu dönemlerde etkilenerek altını çizdiği pasajla gözlerini buluşturdu. Kütüphanesini her hafta sirkeli suyla temizlerdi. Fazla tozlanmadığı halde bir tas su koydu yeniden kitaplarını indirdi. Tek tek menteşe çivilerine değin detay detay sildi. İçi rahat etmezdi ki, pis tuvaletlerin mikrop barındırdığını hiç anlatamadı dışarıdaki kafelerin işletme yetkililerine öyle ki iş başına bizzat ilgilenebilirdi. Yeter ki her yer temiz olsundu. Simsiyah saçının uçlarından kesti, şans tılsımı ritüeli uygulayarak geceleyin saçından bir parça toprağa attı.
Havada tuhaflık hakimdi. Yere göğe sığamadığı sezgilerle doluydu. Ertesi gün mezuniyet Pera Müzesi büyük salonda diplomaların taktim edileceği, rektörlük yeminiyle sona erecekti.
Bütün bu formalite kalıplar ruhsuzdu. Babet siyah kurdela süit ayakkabılarına mini silecek sünger almayı unutmuştu. Dünya sisteminde ekolojik dengeleri sarsan asıl mevzular örtülüyordu. Kaos nedenleri paralel verilerle denkleşmiyordu. Hukuksal jargonda eşitliği zedeleyen söylemler artıyordu. Şüpheleniyordu gezdiği tüm resim galerilerinden ve sergiyle daraltılarak topluma mâl olması bekleme perspektifinden uzaklaşmış çizim sahibi ellerden.
Birden ertesi gün çattı. Siyah pile etekli, uzunluğu dizüstü gayet hatları belirgin zarif albenisi olağan pahalı sayılmayacak göze de batmayan mezuniyet elbisesini giyindi. Fön çekti, uğraşmak istemedi kuaförde zaman kayboluyordu.
Diplomaların öğrenciye dağıtılacağı salonda sandalyeler mozaik algoritma biçemine uygun dizilmişti. Kokteyl sehpalarında sunulan çerezler dikkat odağına pek hitap etmiyormuş gibiydi. Hiçbir şey yemeden koşarak buradan ayrılacaktı. Rektörlük, kısa denemeyecek türden açılış konuşmasını hemen sonlandırsındı diye haykırsa duyulmazdı. Alkışlandı, kürsüden aşağıya geçti. Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu önünde fotoğraf çektirdi. Pek hoşuna gitmedi. Fotoğraf makinesini içerlenemiyor maalesef hiçkimse, bulanık görüntüler sinirini oynattı.
Hibskuslu nane çayı içti. Tarçın çubuğu neden atmadılardı. Şeker ilave etmezdi. Gürültüye tahammülü yoktu. Peynir rendelenmiş kanepelerden bir adet alıp çiğnerken saatin nasıl geçtiğini anlamadı. Evraklarını tamamlamak mazeretiyle ortamı geride bıraktı.
Potsdam’daki Francis Bacon sempozyumuna yetişmeliydi. Bulunacağı tarihlere yazılacak biletini geri-ileri-iptal gibi saçma sapan prosedürlerle cılkını sızdırdılar. Gene de huzursuz, aksi, negatif enerjilerde boğuluyordu. İşlemler sona erdi. Konsolosluk belgelerini temin etti. Vize, pasaport, dil belgeleri vs her bir belgeyi tek bir şeffaf çantada toplamayı başarmıştı.
Bir ay sonra…
Yurtta kalacaktı. Ne fazlası ne de eksiliği, bir şehir ancak yorumlandığı kadardır. Birçok ülkeden katılımcılar, çeşitli meslek gruplarından insanlar, edebiyat ve psikanaliz yazarlar cemiyetinden büyükler, öğrenciler, karışık kasette akortsuz vokal ses dinler gibi manzaralardı zannı gereği değerlendirdiğinde. Potsdam’de sempozyum haricinde aynı tarihlerde müzayede de olacağını duyuru afişlerinde görmüştü. Söylentilere bakılırsa Francis Bacon’un bilinmeyen tablosu hatta altın fırçası üzerine teoriler dolanıyordu etrafta.
Ona gerçekçi gelmiyordu fakat derslerinde okurken sanatın, politik baskılara tepki, tefekkür kaygısı taşıyarak oluştuğunu biliyordu. Acaba bu söylentilerde hangi siyasi menfaatler devredeymiş merak konusu idi.
Üstelik yayılan haberlerde anlaşılan o ki, resimde kullanılmış surat ifadelerinden bilimsel tez dahi yazılacağı hususunda tartışmalar yaratılmıştı. Ortada bilinmeyen tabloda nelerin resmedildiği kime ithaf edildiği ve altın fırça bahsi gerilim korku filmindeki sahneleri aratmayan cinstendi.
Hurafe denilmeyen hâdiseden kim ilk defa bahsettiyse, satışa çıkarılması iddia edilen Francis’in bilinmeyen tablosunu kaleme alan şahsın öldürülmesi haberini duymamıştı. Sabah soruşturmalarına yurttan dışarı çıktığında rastladı. Gurbete uçar uçmaz aksiyonla karşı karşıya bırakılması kaderin cilvesi değilse neydi?
Kaldığı yurt muhitinde sivil herhangi birinin öldürülmesi başladığı yeni güne şahitlik ettiği abzürt meseleye neden dahilmiş gibi hissettiğini çözümleyemedi. Francis Bacon’un hakkında makale yazdığı gerekçesiyle birisi öldürülmüş, müzayedede sunulacak tablonun nerede tutulduğunun âkıbeti net değil ve bilgilerin halka ulaştırılması tehdit algılanıyormuş. Altın fırça üzerindeki yağlı boya kalıntılarının II.Dünya Savaşı yıllarındaki enerjiyi taşıdığı vurgulanarak silinmesi de esas kilit noktasıymış. Nasıl bir husumeti vardıysa öldürülen şahsın, çalışmaları değersizleştiren, şehirde yaya güvenliğinin yitirildiği, savunmasız kalındığı, çaresizliğe karşılık ağır kasvetli rutubet duvarları altında ezilmişlikle eğitim sürdürülemezdi.
Ekspresyonizm, doğaya ihanet edene, zıtlıkla yoğrulmuş başkaldırmanın en cesur sıçrayışıydı, toplumda sanatın sindirilerek kabul edilmişliğine önleyici aykırılık unsur olan bu suikastle karanlık lekerin izini bulaştırmayı hedeflemişler sanki. Olay inceleme ânında yol kenarından geçen herkesin kimliğine bakıldı. Uçak seferleri iptal edildi. Arkasından ne gibi husumete varılacak tüyler ürpertici, kan dondurucu, belirsiz kopuk dialoglar yükseliyordu. Francis’in eşcinsel sevgilisi intihar etmişti ama konunun bireysel madde bağımlılığına ilişkin bulgulara erişilmişti. Söz edilen mesele intihar girişimi değildi. Suikastle kimlerin neden sanata öznel gölgeler düşürdüğünün yargılanması lüzumdu.
Tadı kaçtı her şeyin. Mezuniyet balosunu, sınav gününü, uzun yürüyüşlerini hatırladı. Valizinde anne ve babasının fotoğrafını getirmişti. Bir de eski arkadaşlarına yılbaşı kartpostalı toplamıştı. İstanbul’daki arkadaşlarına yılbaşı tebriği iletecekti. Lâkin, stresli hâdiselere tanıklık etmesi, onda derin sessizliğe boğulmaktan sıyrılamadığı, insanlardan daha da uzaklaşması gerektiği kanısına itekledi.
Kimsenin tercihleriyle alakadar değildi. Kendisinden başka yoldaşı bulunmuyordu esrarengiz kişilerden uzaklaştığında. Cafe Heider’a girdi. Karın doyurmaya mı sanki? Hayır. Kafa dağıtmaya çabalıyordu. Atıştırmalık ayaküstü bir paket yaptırıp, kaldığı yurda dönmek istiyordu.
Ders de işlenmedi adam gibi, iğcene soyutlaştırdı özbenliğini, görülmeyi pek sevmiyordu. Neuer Friedhof üzerinden akustik Brandenburg Konçertosu tiz majör hışırtısıyla tüm duyu çakralarını tırmalıyordu âdetâ, cadde soğukluğunda uğuldayan rüzgar çatırdamasına karışarak. Yorgundu. İlginç bir gündü. Hava pusuya bürünmüş yarasalarını salacak vaziyette âniden tekrar karardı.