Eskiden, çok değil ama birazcık eskiden kendimi de geride bırakıp gitmek ister, insanın kendisini geride bırakabileceğine inandırırdım kendimi. Hem kalsaydım hem de gitseydim. Çok sürmedi, bir süre sonra hem kalmanın hem de gitmenin bazı varoluşsal kurallara aykırı olduğunu öğrendim. Bir kitaptan okuyarak ya da çok büyük okullarda okumuş insanların, tam anlamını bilmediğim kelimelerle süsledikleri cümlelerinden öğrenmiş olmayı yeğlerdim, fakat olaylar ne yazık ki bu kadar acısız cereyan etmedi. Ben aslında ne gidecek ne de kalacak bir yerim olmadığını, başımı biraz kaldırıp çevreme baktığımda bir sürü benle dolu kocaman bir boşlukta olduğumu anladım. Benden çok vardı. Annemin olmamı istediği ben, babamın olmamı istediği ben, ablalarımın olmamı istediği ben, akrabalarımın istediği ben, arkadaşlarımın, öğretmenlerimin, hayatıma girip hiçbir vasfı olmayan insanların olmamı istediği benler vardı. Hatta inanır mısınız beni tanımayan insanların bile olmamı istediği benler vardı. Bir de bu benlerin hiçbirisine ait olmayan ben vardım. Ne kalabilir ne de gidebilirdim bu saatten sonra. Bu kadar varken nasıl bu kadar yok olmayı başardım ben de bilmiyorum. Sesim ne zaman kısıldı, ne zaman gülerek ağlamaya başladım, hiç bilmiyorum. Üzerimdeki ölü kalıpları atarak kendime ulaşmaya çalışıyorum. Kendimi tanımak, bilmek ve sevmek istiyorum. Herkes ne kadar sevmediyse beni, ben bir o kadar seveceğim kendimi.


Duru'ya sevgilerimle.