Teiresias, kehanetlerinin ünü herkesçe bilinen bir kâhindi. Kaderin oynayabileceği bütün oyunları bilir, bir hayatta olabilecek bütün olasılıkları görürdü. Duru görüsü sayesinde ise bu olasılıklardan hangisinin gerçekleşeceğini bilirdi. Duru görü ve kâhinlik yeteneği, Zeus tarafından ona bahşedilmiş bir hediyeydi. Aynı anda iki zıt fikri tatmin edemediğinden Hera tarafından da cezalandırılarak gözleri kör edilmişti. Birçok gerçeği bilip söylemiş, gelecek hakkında uyarılarda bulunmuş kâhinin ünü o kadar yayıldı ki Irmak Tanrısı Kephisos tarafından hamile kalan ve çok güzel bir oğlan çocuğunu dünyaya getiren Liriope; oğlu Narkissos’un ölümlü mü ölümsüz mü olacağını merak ettiğinden, bebeğini bu kâhine götürdü.


Kör Teiresias insanların ve varlıkların yerini göremese de hissetme konusunda oldukça gelişmişti. Odasında oturduğu yerden ayaklandı, önünde duran kadına bebeği istercesine kollarını uzattı. Bebeği kollarına aldığında farklı bir enerji hissetti. Bebekle birlikte az önceki pozisyonuna geri döndü. Sadece beyazı görünen gözlerini bir önündeki su dolu kâseye, bir de bebeğe çevirdi. Bulundukları yerdeki tek ses nefes alış veriş sesleriyken, kâhin o seslerden dahi soyutlanarak çocuğun hayatının, gördüğü karanlığın üzerine çizilmesine izin verdi. Bütün olası senaryoları izledi ve her sonu gördü. Tüm bunlar bekleyen için sadece birkaç saniye sürerken Teiresias koca bir ömüre şahit olmuş ve karanlığa geri dönmüştü. Karşısında onu bekleyen Liriope duyacakları hakkında sabırsız ve kaygılıydı. Kâhin gördüklerinin tamamını anlatamazdı ama gördüğü her görüde Narkissos’u ölüme sürükleyen olayı söylemekte bir sakınca görmedi. Bu durumu bilmek onu korur diye düşündü kendini masumca kandıran bir çocuk gibi. Gördükleriyle ilgili sadece “Uzun süre boyunca yaşayabilir ancak bu kendi yüzünü görmediği sürece geçerli.” cümlesini kurdu. Yıllar geçtikçe bu bebeğin yakışıklılık emsallerinden biri olacağını ve sahip olacağı görünüşün neden olacağı şeyleri içten içe çok iyi biliyordu.


Yılların geçmesi Narsis’in yakışıklılığına yakışıklılık kattı. Artık genç bir delikanlı oldu. Onu gören her genç kız ilk görüşte ona vurulurken Narsis onların hiçbirine olumlu bir yanıt vermedi. Ne katı kalpli ne gururlu ne de kibirli olduğundan… Yanıt vermeme sebebi bütün o kızların ona gerçek, yürekten bir sevgiyle bağlanmadığını içte içe biliyor olmasıydı. Herkesin diline dolanmış yakışıklı kelimesi onun için çok kullanılırdı. Kendisi görünüşünü bilmese de tahmin edebilirdi. Gördüklerine ve duyduklarına kanmış olmalıydı âşıkları. Bir aşığı vardı ki Narkissos farkında bile değilken hayatını değiştirmişti.

Aynı civarlarda Narkissos’un âşıklarından bir dağ ve su perisi vardı, Echo. Zeus’un isteği üzerine karısı Hera’yı her seferinde oyalayan Echo, Hera tarafından yakalanıp cezalandırılmıştı. Bu ceza yüzünden Echo hiçbir zaman söze ilk başlayan olamadı ve hayatına duyduğu son kelimeleri kullanarak devam etmeye çalıştı. Bir süre sonra bununla yaşamak kolay olmasa da alıştığı bir durum haline geldi. Echo’nun Narkissos’a benzediği bir konu vardı ki o da ona âşık olanların aşkını karşılıksız bırakıyordu.


Günlerden bir gün ormanda avlanan Narkissos’u gördü ve ona ilk görüşte aşık oldu. Ona seslenmek istedi ama Hera’nın laneti ona engel oldu. Bu gençle konuşamasa da onu izlemekten ve peşine kapılmaktan kendini alamadı. 

Arkasında bir hareketlilik hisseden Narkissos av aletini sıkıca kavrayıp “Başka biri mi var burada?” diyerek seslendi. Bu bir hayvanın hareket sesi olabilirdi ama eğer değilse başka birine yanlışlıkla zarar vermek istemezdi. Echo sadece “Burada, burada…” diye tekrarlayarak cevapladı sorulan soruyu. Narkissos sesin nereden geldiğini anlayamadığı için duyduğu sesi “Gel!” diyerek çağırdı. Nerede olduğunu bilirsem oradaki kişiye zarar vermem diye düşündü. Tüm bu olanları yanlış anlayan Echo kollarını açarak Narkissos’a doğru koştu. Narkissos gelen kızın yüzünü bile görmedi. Hareketliliğin nereden olduğunu anladığı an zıt yönde gördüğü bir hayvanın peşine gitti. Genç kız Narkissos’un bu tavrına içerledi. Onun cezalandırılması için yalvardı.


Olimpos’un zirvesindeki Tanrılar Echo’nun yaşadıklarına sinirlendi ve bu büyük acının nedeni olan Narkissos’u cezalandırmaya karar verdiler. Önlerine getirilen yakışıklı gence, sonunda onu ölümsüzlük gibi büyük bir hediyeyle ödüllendireceklerini söyleyerek bir av görevi verdiler. Bu av görevi uzun ve zorluydu. Hatta Tanrı olmayan biri için imkansız olduğu bile söylenebilirdi. Narkissos tüm bunların onu ödüllendirmek için değil kendisini cezalandırmak için yapılan bir plan olduğunu anlamadan Tanrıların teklifini kabul etti.


Evine döndüğü gibi, onun dönmesini bekleyen perilerle karşılaştı. Onun yakışıklılığına hayran olan periler geriden av görevine başlayan Narkissos’u takip ediyordu. Narsis’in gözü ise avından başka bir şey görmüyordu. Başarılı bir avcı olmak kanında vardı. Tamamen görevine odaklanmıştı. Kısa sürede görevini tamamlayabilmek için tüm gücüyle çalışıyordu.


Göreve başlayalı günler hatta haftalar olduğunda, uzun zamandır av peşinde olan genç susamış, acıkmış ve bitkinleşmişti. Hala peşinde olan su ve orman perileriyle gölün kıyısına geldiğinde kendine verilen görevi hala tamamlayamamıştı. Yavaş yavaş umudunu yitiriyordu. Kendine verilen görevi başarıyla tamamlayacak gücü kalmamış gibi hissediyor ve ona yardım edecek bir gücü bulmayı umuyordu. Bütün ağrıyan kaslarının dinlenmeye ve vücudunun da suya ihtiyacı vardı. Bunun için en uygun olan yere, göl kenarına ilerledi. Suya yaklaşmadan av silahını ve üzerinde ağırlık yapan eşyalarını biraz geriye bıraktı. Göle su içmek için eğildi. Yorgunluktan zorlanaçıp kapadığı gözlerini su üzerindeki yansımasına dikti. Kendini ilk kez görmesinden ötürü bir süre kendisini izledi. Su dalgalandığında görüntüsü birkaç saniyeliğine dağıldı ama su durulduğunda bir yüz göremedi. Sonrasındaysa yardım arayan gözleri suyun derinliklerine kilitlendi. Bir şey bulabilecekmiş gibi baktı ve gözlerini ayıramadı, ayıracak gücü de yoktu zaten. Her şey bir yana, içten içe aradığı gücü burada bulacağını umuyordu. Su bulanmaya başladığında Narkissos’un gerçeklikle arasındaki görüntü de bulanmaya başladı ama o, gölde olacaklara dalmışken bunu fark edemedi. Bilmediği bir gerçek daha vardı ki birazdan görecekleri hayatını sonsuza kadar değiştirecekti. 


Göldeki bulanma yavaşça yok olurken yüzeyde bir gökyüzü silueti belirdi. Bu öyle her kafasını kaldırdığında gördüğü gökyüzü gibi değildi, ömrü boyunca gördüğü gökyüzünden daha güzel ve daha gerçekti. Sonra bir fısıltıdan ona yönetilen cümleleri duydu. 


Söylenen cümlelerden ve bu gökyüzünden sonra daha fazlasını duymak ve görmek istedi. Kafasını çevirdiğinde göreceği dünyaya dönme isteği tamamen bitti içinde. Başka insanlar için önemli olan maddi şeyleri aklından teker teker uzaklaştırdı. Ne yemek ne de su, ikisini de istemedi.


Narkissos uzun süredir suyun yüzeyine dalıp gitmişken, onu izleyen herkes bunu kendisine âşık olmasına yordu. Onu uzaktan izleyen Echo da aynı fikirdeydi. Böyle tam dört tane on gün geçerken Narkissos’un önündeki su tekrar bulandı. Suyun üzerinde asıl gerçek olanı gördü. Narkissos izledi göldeki gerçeği; yansımayı değil, gerçeği. Çünkü artık asıl yansımanın kendisi olduğunu anlamıştı. Yavaşça soldu ruhunu çevreleyen etten duvar. Gördüğü rüyadan uyandı. Önündeki gerçekliğe ulaşmak istercesine elini uzattı. Parmak uçları suya değdi, irkilmedi. Hissetmedi bile. Ruhu dünyada bıraktığının aksi gerçekliğe ilerlerken zayıflamış bedeni ona eşlik etti.


Narkissos’u dışarıdan izleyenler onun gördüklerini görmüyor, duyduklarını duymuyordu, o da dışarıdakileri. Gencin tüm bedeni suya gömülürken dışarıdan onu izleyen Echo ve periler hareketliliği görüp şaşırdılar. Periler endişelenerek göle dalıp onu suyun içersinden çıkarıp bir daha böyle tehlikeli bir şey yapmaması için onu gölün kenarındaki bir ağaca bağladılar. Ağırlığı azalan ruhu çoktan gerçekliğe kavuşmayı tamamlayarak kendisinde gizli olan bilgileri kavradı ve geriye kalan et yığını bedeni gölün kenarında toprak oldu.


Gencin bedeninin toprağa dönüşünü izleyen genç kızın gence karşı duyduğu sevgi onu yaşamından uzak tuttu. Acısından gitgide bitap düşen genç kız, bunun Tanrıların ona da verdiği bir ceza olduğunu hissetti. Gün geçtikçe gücünü yitirdi. Narkissos’u izlerken eriyip gitti ve gencin ölüm haberi aşığının da sonu oldu. Echo’nun vücudundan kalan kemikleri kayalara, sesi ise kayalardaki yankılara dönüştü.


Gölü, perileri ve Narkissos’un âşıklarını da Echo’yu üzdüğü kadar üzdü bu haber ama bilmedikleri bir şey vardı. Toprak olan sadece Narkissos’un ruhunun üzerinde biriken tortulardı. Ruhu ise zaten ölümsüzdü.


Tortularının toprağa, ruhunun sonsuzluğa karıştığı gün bedeninin uzandığı yerin tam üzerinde, ilk bilgelik çiçeği Narkissos’un ruhuyla birlikte açtı. İlk kez gördükleri bu çiçeğe Narkissos’un anısına onun adını verdiler, onun içinde Narsis’in olduğunu bilmeden. Rengi ve biçimi güneşi andıran bu çiçeğin tohumları yeryüzüne yayıldı. Açan ilk çiçek ise bugüne kadar hiç solmadı ve Narkissos’un ruhu bütün Narkissos çiçeklerine yayıldı. Bazen bir saray bahçesindeki, bazen bir evin odasındaki, bazen de bir mezarın üzerindeki Narkissos çiçeklerindeydi. İlk çiçek solup göle karışana kadar dünyadan bir kez bile ayrılmadı. Ayrılma zamanı ise döngü tamamlandığında, gök yerle buluştuğunda, Narkissos’un ruhunun gördüğü gibi tüm ruhların asıl gerçeği gördüğü zamandı…