Akşama yakın uyandım. Bir gün daha geçti. Uykudayken yaşadığımı düşünmüyorum. Banyoya gidip küveti ılık suyla doldurdum. Pencereleri açıp evi havalandırdım. Kendime gelmek için acı bir kahve yaptım. Suyun dolmasını bekliyordum. Balkonun önünde dışarıyı izliyorum. Binanın önünde top koşturan birkaç tane çocuk var. Gol oldu. Çocuklar koşarak sevincini paylaştı. Otobüs durağına otobüs yaklaştı. Yorgun insanlar indi otobüsten. Güneşin sıcaklığı insanları rahatsız ediyordu. Otobüs yolcuları bırakınca kaldığı yerden devam etti mesaisine. Sigaramı söndürdüm. Üstümdekileri çıkardım. Kahvemi küvetin yanına koydum. Telefonum çaldı. Yetişmek için küvetin içinden çıkmam gerekiyordu. Hiç yorulmak istemedim. Öylece çaldı ve sustu. İnsan başkalarına anlatamadığı şeyleri kendine anlatabiliyor. Su ılıktı. Gitgide soğumaya başladı. Bende kendi kendimle konuşmayı bıraktım. Havluyla etimi kuruladım. Saçlarıma havluyu sardım. Evin içinde havluyla dolaşmak keyif vericiydi. Sanki özgür bir yerde yaşıyormuş ve sonsuza kadar yaşayacakmışım hissi yaratıyordu. Havlular çamaşır makinesine gitti. Kıyafetlerimi giydim. Telefonu aldım. Seyit rahatsız etmişti. Geri aramam gerekiyordu. Geri aramasam tartışma yaşayacaktık. Şimdi arasam yine tartışma yaşayacağımızı biliyordum. Yine de aradım. Uzun uzun çaldı. Tam kapatacakken telefonu açtı.
" Niye telefon icat edildi? Aradığımız insana ulaşamayacaksak eğer telefonun ne önemi var?" dedi.
" Bende iyiyim. Öyle duş falan aldım. Şimdi çocukların gelmesini bekliyorum. Sen neler yaptın? "
" Niye soruma cevap vermiyorsun? Alt tarafı telefonu niye açmadığını sordum. Niye konunun üstünü kapatma telaşı içerisindesin? Basit bir soruydu." dedi.
" Ne saçmalıyorsun? Beni dinlemiyor musun? Duş alıyordum dediğimi hatırlar gibiyim. Şebekelerde bir sorun mu var? Haberleşme ağları kesintiye mi uğradı? Hep bir tartışma yaratmak zorunda değilsin. "
" Ben mi tartışma yaratıyorum?" dedi.
" Sen mi tartışma yaratıyorsun? Benim bütün sorun. Allah belamı verseydi de telefonu açsaydım. Biz niye sürekli tartışıyoruz? Şuan benim..."
Lafımı kesti.
" Biz sürekli tartışmıyoruz. Sen sürekli tartışma konusu olacak bir malzeme yaratıyorsun. Normal insanlar gibi iletişim kuramıyorum seninle. Şirkette birçok insanı idare ediyorum. Takdir ediliyorum bu konuda. Belki daha fazla insan olsa onları da idare edeceğim. Senin fevri tavırların yüzünden seninle anlaşamıyoruz. Buna çözüm bulmak ister misin?" dedi.
" Bütün sorun benim yani öyle mi? Sen geçenlerde yaptığın barbarlığı ne çabuk unuttun? Sen sırf annene karşı geldi diye eşini dövdün. Sırf annene haklı olduğumu gösterdiğim için beni dövdün. Şimdi de ağlak edebiyatı yapıyorsun. Hem suçlu hem güçlü tabiri seni hatırlatıyor bana. Başka birini falan değil. Sorduğum soruya bile cevap vermiyorsun. Çocuklar gelecek birazdan. Kapatıyorum. "
" Sen her şeyden kaçıyorsun. Her şeyden. Kendinden, benden doğrulardan... Bana bir bak. Dön hayatına aldığın erkeğe bir bak. Çocuklarının babası olan erkeğe sadece bir bak. Seni kabul ediyorum. Senin istediğin hayatı yaşamanı sağlıyorum. Her şeyi benim sayemde yapıyorsun. Pahalı tuvallere ve resim odandaki her şeye benim sayemde sahip oldun. Tarihe dön bir bak. Biraz tarih kitaplarına bak. Hangi başarılı adam yanında olan destekçilerine senin kadar nankörlük etmiş. Sana hiçbir şey demiyorum. Sana daha fazla katlanmak istemiyorum. Ben kapatıyorum." dedi.
Telefon yüzüme kapandı. Yaptığı her şeyi bir övünme telaşıyla yapan birisi nasıl iyi bir destekçi olabilir ki? Kibir ve övünme telaşı bir çeşit hastalıktır. Tedavisini hangi bilimin ışığında aydınlatacağımızı bilmediğimiz bir hastalık. Apartmanın kapısı çaldı. Çocukların eve gelme vakti birkaç dakika geçmişti. Galiba çocuklardı. Kapıyı açtım. Servisçi kadındı. İsmini kısa süreliğine hatırlayamadım. Hatta kendi kendime " Neydi bu kadının adı ya?" diye mırıldandım. Bir anlığına aydınlanma yaşadım. Çocuklar bacağıma sarıldı. Sarılmak insan olduğumu ve çoğu zaman yaşadığımı gösteren bir eylemdi. Hala insanlığın sürdüğüne kanıt aramaya gerek duymadığım zamanları anımsatıyor birine ya da birinin bana sarılması. Esma hafif bir tebessüm etti. Esma'ya bu kadar yakından bakmamıştım. Dikkat ettiğimde yüz hatlarında mükemmel bir masumiyet yattığını gördüm.
" Esma, ne yapıyorsun? İşin yoksa kahve içmek ister misin? "
" Ne yapalım ya. Çalışıyoruz işte. Çocukları getirip götürüyoruz. Başka bir şey yaptığımız yok. Kahve için teşekkür ediyorum. Bırakmam gereken iki çocuk daha var. Belki daha sonra. Ben müsait olunca sana haber ederim. Şimdilik görüşürüz. " dedi.
" Esma, dur. Hemen gitme. Sana bir teklifim var."
Arkasını döndü. Aceleci bir şekilde bakıyordu. Bir yere yetişecekmiş gibi bakıyordu.
" Dinliyorum. " dedi.
" Çocukları bırakınca kahve içmeye ne dersin?"
" Kübra. Şöyle yapalım. Yarın sabah çocukları okula bıraktıktan sonra kapını çalayım. Sen ne dersin?" dedi.
" Anlaştık. Ben seni daha fazla tutmayayım. Görüşürüz, Esma."
" Görüşürüz Kübra."
Kapıyı kapattım. Talat'ın yemek yaparken bana yardım etme ödevini yapmamız gerekiyor. Üstünü değiştirip yanıma gelmesini söyledim. Sabiha biraz durgunlaştı. Galiba okulda yine bir olay yaşanmıştı. Talat yemek yaparken bana yardım etti. Yemeğimizi günlük çizgi film izlem rutinimizle yedik. Çocuklara bugün ne yapmak istiyorlarsa yapmalarını söyledim. İnsan istediği yaşamı sürmeli, istenilen yaşamı değil. Sabiha ile bugün ne yaptığı hakkında konuştuk. Okulda bir sorun olmadığını söyledi. Talat'ın yemek yaparken bana yardım etmesini kıskandığını söyledi. Kendisinin de bana yardımcı olacağını ve bu durumun beni daha fazla mutlu edeceğini söyledim. Akşamları Talat yerine Sabiha yardım edecekti bana. Sabahları da tartışma yaratmamak için Talat'ın yardım edeceğine kanaat getirdik. Yorgundum. İyi bir kış uykusunun bünyemi rahatlatacağına dair inancım her geçen dakika artıyordu. Çocuklar kendi odalarına çekildi. Bende aşırı ses yapmadıkları takdirde istediklerini yapacağını söyledim. Üstümdekileri değiştirip yatağa kendimi fırlattım. Sabahın körüne alarm kurdum.