Bazı geceler uyumama yardımcı olması açısından hayaller kurardım. Öyle uzun bir rüya alemine kopmuş gitmiş gibi değil, her saniyesiyle gerçek hayaller. Bir diyaloğun en heyecanlı yerinden başlar, sayfa sayfa düşünürdüm zihnimde her anı. Bir gün birine aşık olurdum, diğer gün nefretimi kusardım. E öyle yüzümü buruşturmasam olmazdı haliyle. Hayal bu en nihayetinde, bir realiteye bağlı kalmak zorundaydı. Bazen ellerim birinin gırtlağında, hayal ile rüya arasında gelgitlerde. Bazen en korktuğum anda bile gerçek kalmak zorundaydım. Gözlerimi kısarak karanlığın ve yıldız hüzmelerinin arasında kaybolurdum. Neyse biz hayalden söz ediyorduk, ona geri dönelim. Aşkla ve realiteyle yaşayan insan kompleksi kadar yorucu çok az şey var. Hazzın doruk noktasına ulaşmanın basit ama acı verici bir metodu bu. Bir nesneye ya da simgeye duyulan aşk kadar gerçek ve sahte hiçbir şey yok neredeyse. Hele bir de bu hayal aleminin kısır döngüsüne hapsolmuşsanız vay halinize. Çünkü o mutlak süratle kendinizi attığınız yatağınız, koskocaman bir mezar odasına dönüşmekte. Kabirde yalnız kalmak zor. Kendini yaratan insan, yine kendi kendine doğruluyor başucundan. Sıkça rüya görür, sıkça düş kurarım her gece. Her gün yeni yüzler yaratırım dünyamda, sıkça karşılaşırım her biriyle aynı solukta. Şimdilerde gerçek olan ben miyim, emin değilim. Ya birinin rüyası ya da rüyamın kendisiyim.