Bir gece daha sise boğuldu.

Yıkılıp kaldıkça birisi çıkıp sisler içerisinden elimizden tuttu,

Düştüğümüz yerlerde hep yeni bir el uzanıp

"Koş" diye bağırdı

Koştuk.

Ellerimizde acı bir tat. 

Güneşi beklerken

Sırt sırta verip

Önce kendimizden vazgeçtik sokak ortasında

Sonra muhtemel geleceğimizden.

Gelecek bırakmak için sırtına yaslandıklarımıza.

Korkmadan,

Çekilmeden geriye,

Düştüğümüz yerden kalkıp 

En karanlıkta 

Aydınlık için savaştık şafağın kopuşuna dek.


Zordu susmak o gecelerde,

Susamadık.

Düşünmeye yer kalmadığı anlar,

Düşüneni sevmezler zaten bu topraklarda.

Nazım'a yasak koyanlar,

Gitmediler, perdenin arkasına saklandılar, 

Korkar gözlerle izliyorlar kalabalığı.

Bir takılsa ayakları,

Onları yerden kaldıracak kimseleri kalmadı.


Toprağa selam olsun.

Nice yiğitleri kucakladı. 

Bir meşale yandı,

Bir bir uyandı tohumlar.

Göremediler toprağın altında yeşermeye başlayan fidanları.

Anlayamadılar akıp gelen o pınarların bir bir birleşip deltada

Koskoca bir nehre,

Ayağa kalktığında cevval bir çağlayana dönüşecek.

Dikilince kırmızı elbisesiyle bu toprakların kadını,

Silik yüzlerin, 

Gözleri karaya bürünmüş, 

Pusun içinde yaşamaya alışmış,

Karanlık adamlara karşı.

Nasıl bir set çekebilirdiniz bu çağlayana karşı.


Aydınlığın ışığı yandı bir kere.

Korkanlar hayatta kalamazlardı.

Korkmadık.

Korkanlara demirden parmaklıklar vardı,

Korkmadık.

Gittiğimizi sanıyorlar.

Gitmedik.

Solacak sandılar bu küçük fidanlar,

Bir orman yarattık yemyeşil.

Bir orman gibi kardeşçesine

Yaşamak bu.

Nazım'a selam olsun.