Bir şeyler yapıyoruz hep, söylediğimiz ya da söylenen böyle. Ama bazen, önünde bir bilgisayar, yanında kahve, karşında bir dostun otururken eğer bir saniye bile yanlışlıkla o andan kayarsan -ancak şimdiye kadar anda durabildiğin için de kendini tebrik etmen gerekir- dönmen o kadar zor ki…

Deli defteri tutmak kolay, hayat böyle de yaşanabilse keşke. Keşke mi? Ne olabilir bunun sonuçları? Aslında bunca acıyı, hayatı bir deli defteri gibi yaşadığımız veya -en başında yaptığım hata(?) gibi- bunu isteyerek geçirdiğimiz için mi çekiyoruz acaba?

Deli defterinden kastın ne ki, diye soruyorum kendime. Cevabım şu: Yargısız ve ani. Hızlı heyecan ve taleplere göre şekillenen ancak geriye dönüp bakıldığında lanet ettirmeyecek şekilde. Varlığını kabul. Yaşadığı hissi tekrar yaşama. Özleme ve özlememe.

Hepsinin sonunda kabul ile bunları aşağılamadan. Utanmadan ve pişman olmadan. Sadece ufak şaşırmalar ve farkındalıklar yaratacak şekilde. Bunu kendime borçluyum. Bütün insanlar da bunu bana borçlu.


Şimdi alışık olduğum vicdan azabı çekme inadım sayesinde -bunları yazarken de yaşadığım gibi- şunu diyorum kendime: ‘’Sen de bunu tüm insanlara borçlusun.’’ Anlamaya çalış ve anlaşıl. Sev ki sevil, yargılama ki yargılanma.

İşte yine bir sevgi kelebeği olmaya çalışırken kendimi üç günlük bir ömre sahip yaptım. Ezip geçtim kendimi. Başka herhangi bir insanı katmadan bencilce(?) hak ettiğimi düşündüğüm şeyi isteyemedim kendim için.

Bu paragrafların sonunda şunu isterim: Değerim varsa bunu kavramak ve hak ettiğimi, HAK ETTİĞİMİ bilmek. Geçen gece, mis gibi bir balkonda şu hayattaki nadir şanslarımdan olan bir arkadaşım dedi ki "Yatmadan önce kendine yapabileceğin en iyi iyilik tüm evrene şunu söylemek: Ne istediğimi bilmek istiyorum." NE İSTEDİĞİMİ BİLMEK İSTİYORUM. Bunun yanında, hak ettiğimi bilmek de istiyorum. Hak ettiğim zaman istediğim değil midir? Ne istediğimi bilince hak ettiğimi de bilmek istiyorum gibi duruyor buradan. İyi veya kötü, işte insan ne istediğini bilince vicdan azabını, sonu gelmez pişmanlık hissini, hata korkusunu atıyor olabilir. Hepimizin ve tabii ki benim de amacım, bunu hissetmeden ölmemek.

Söylemek veya yazmak kolay gibi değil mi? Hayır değil. Bunları düşünmeye yeltenmek veya düşündüğümü kabul etmek bile günlerimi aldı. Parmak şıklatır gibi yapılabilmesi güç. Çünkü ne istediğimizi bilmek istememin ilk adımı, ne istediğimizi bilmemiz gerektiğini kabul etmek.


Ben THE SECRET kitaplarına inanmıyorum. İnanmak için de kendimi hep telkin ediyorum. Sadece bu kitaba veya onun belgeselimsi yapımına değil, ben şamanların, İslam'ın, Yogilerin, Tengri'nin, Buda'nın dediklerine inanmak istiyorum. İyiyi ve güzeli umarak, evrene pozitif enerjiler gönderebilmek, gözümden ışıklar saçmak istiyorum. Ben komple bir kişisel gelişim kitabı olmak istiyorum bazen, inanamıyorum. Cevap alamadığımı görsem de yılmamak istiyorum.


Çünkü, en kötüyü umarak veya düşünerek hayata hazır olduğumu sanmam da en az yukarıda bahsettiğim çoğu inanış gibi -belki de- sağlıksız. Yaralayıcı ve toksik.

Hayata odaklanmak ne demek? Hayata odaklanmak için de çaba göstermemiz mi gerekiyor?

Nasıl yani, sizin gerçekten ama GERÇEKTEN hayata odaklanmak için çaba göstermeniz gerekmiyor mu? Yataktan kalkmak için, bir bardak su içmek için, bir sigara yakmak, işinizin yüklediği bir sorumluluğu yerine getirmek için, bir kahve siparişi vermek için odaklanmanız gerekmiyor mu? Benim hepsi için, teker teker çaba göstermem gerek. Bunu belli etmediğim her durumda ise ‘’bozuk’’ bir insan gibi hissetme tehdidi ile karşı karşıya kalıyorum. Ve anında bu bir tehdit olmaktan çıkıp önümde put gibi duran bir gerçek haline dönüşüyor. "Ee ne biçim insansın sen? Çok uyuşuksun. Çok üşengeçsin. İnsanın moralini düşürüyorsun ya. Canlan biraz. Bak böyle yaparsan olmaz ama." Bum. İşte o put artık gerçek bir tanrı ve beni yargılayıp bana ceza veriyor. Put bana daha fazla ceza vermesin diye ona katılıyorum, hak veriyorum ve dediklerini yapacağımı söylüyorum. Put başka kullara dönüyor. Ben ise gece yatağımda ağlıyorum. Bu sefer gerçekten inanıyorum puta. ‘’Yarın bambaşka olacak!’’ diyorum kendime. Sabah kalkıyorum ve içimde o enerjiyi arayamıyorum bile. Çok mutsuzum, put bana yine kızacağı için çok mutsuzum işte sonunda yine.


Aslında benim de yapmak istediğim şeyler var, heveslendiğim ve hızla yapabileceğim şeyler var belki. Bulacağım elbet, aramasam da bulacağım. Umarım bu da ilkokul hocalarım ve yanlışlıkla okuduğum kişisel gelişim kitaplarımın içimde bıraktığı silme izlerinin motivasyonu değildir.


Ömür geçer böyle, bu ikilemde. Aslında evet, ömür dediğimiz süreç, evet. Başarısı, başarısızlığı yok. İyisiyle kötüsüyle öğrenmeye çalışmak yaşamak. Gittiğimiz yol bu. Yaşam yolu, bu yolu öğrenemeyiz veya ezberleyemeyiz. Yol bittiğinde kalp de duruyor maalesef. Kendimi tebrik ediyorum bu çok özgün ve ezber bozan düşüncelerim için.

Yine de eminim ki düşünme yetim olduğu ve emin olmamakla birlikte çoğu insandan fazla düşünen ve paranoyak bir insan olduğum için… Derken cümle başına eminim ki ile başlayıp emin olmamakla birlikte, diye devam ettiğimi fark ettim. Bu yüzden ne yöne savrulacağımı hiç kestiremiyorum işte. Kendim ile ilgili genel bir kanım yok, bu normal mi?