Bugün tam kırk yedinci yaşıma bastım. Bu defteri rafların arasında buldum. Üzerindeki tarih geçen senenin. Beni genç hissettiriyor. İlkokulda günlük yazardık. Günlerimin bir önemi kalmadı çünkü burada huzurluyum. Bu defteri dolduracak kadar çok şey yaşadım ama neredeyse hepsini unuttum. Biri hariç. O zamanlar çok gençtim. O gün olması imkansız şeyler oldu.


O gün öğleden sonra eve dönerken yolda Neşe'yi gördüm. Ankara pis bir şehir. Keşke burada yaşamamış olsaydım. O pahalı taşlarla döşenen sokaklar o kadar pis ki ne kadar temizlense de eskiliğin kokusu sinen gecekondular gibi pis değil ama silinemeyen kirleri var. Solukluğun taştığı sokakların hepsi aynıdır. Tek farkı içinde yaşayanlar yaratır. Orospuların gezdiği sokak veya solcuların eylem yaptığı sokak derler, bazılarında insan bile yoktur. Selanik'e çıkan sokak derler. Dükkanımın olduğu sokaktır. Neşe; Neşe derken gülümser insan. Ankara'da olsa bile. Ben de o akşam Neşe dedikten sonra suratımdaki saf gülümseme hiç geçmedi. Neden onunla yürüdüm, neden güldük, neden eskilerden bahsettim bilmiyorum. -Sadece Neşeʼliydim deyip salak konumuna düşmüyorum.- Sonra o kadar çok konuştuk ki bazılarını unuttum bazıları hala devam ediyormuş gibi hissediyorum.


-"Hatırlıyorum da çocukken mezarlığın duvarına oturmuş, etrafı seyrediyordum. Uçsuz bucaksız sapsarı bozkırlar, engebeler birbirine tutunmuş, en zayıf noktalarına insan yollar yapmış. Kocaman bir inek sürüsü dağlardan inmiş geliyor. Yol toz bulutuyla kaplanmış, deli dana başı çekiyor, boynuna uzunca bir demir bağlamışlar koşarsa basıp sendelesin diye. Yine de önden öfkeli öfkeli koşusunu kesmiyor. Onu görünce çok korkmuştum. Koşarak eve döndüm. Kapıda dedemi gördüm; başımı eğip, yanından geçip gittim. Dedem çok yaşlı olduğu için beni çoğu zaman tanımazdı. Öldüğünde de ağlamadım. Sadece ben on beş on altı yaşlarımda karşısında otururken anlattığı anısını hiç unutmadım. 'Traktörler köye yeni geldiği zamanlar traktör bozuldu, ben de tamirci bulurum diye en yakındaki köye gittim. O zamanlar yirmi yaşımdayım. Bulduğum kırmızı bezi boynuma bağladım, köye girer girmez beni sordular...' Sonrasını çok hatırlamıyorum çünkü yakışıklılığını anlattığı zamandan sonra dinlemeyi bırakmıştım."

-"Ne yazık değil mi Neşe? Ölen bir adamın anlattığı anı aklıma takıldı. Bugün seninle yıllar sonra buluşunca ne anlatacağımı bilemiyorum. Son üç hafta sürekli uyuma isteğimden başka hiçbir şey hissetmedim."

-"Hayır, lütfen devam et, belki hatırlarsın."

-"Bilmiyorum, köye sayılı zamanlarda giderdik. Tavukları kovalamaya bayılırdım. Bir keresinde anneannem tavukları korkutursam horozun üzerime atlayıp yüzümü yiyeceğini söylemişti. O günden sonra tavuklarla daha iyi anlaştım. Köy o zamanlar bana çok tuhaf gelirdi. Bir sokak bitince öbür sokak gelmesi gerekirken bir anda upuzun bir yolla karşılaşıyordum. Güneş batmadan yarım saat önce çıktığım o yolda her gün daha çok yürüdüm. Daha çok yürüyerek de eve döndüm."

-"Ne dersin, bir gün köyümü görmek ister misin?"

-"Bilmem, kaç gün kalacağımıza bağlı."

-"Biliyorsun, artık ne dedem ne de anneannem var. Hepsi duvarında gezdiğim mezarlıktalar. Tavuklar ne halde hiçbir fikrim yok. Çok tuhaf değil mi oraya giden yol aynı, adres aynı, bozkırlar orada ama gitmeyi düşündüğümde aradığım şeyi bulamayacağımın burukluğuna nasıl alışırım bilmiyorum. Ama sen yanımda olursan farklı olabilir."

-"Başka bir zaman konuşuruz. Hem hava kararmaya başladı. Keşke daha erken bir saatte karşılaşsaydık. Seni çok özlemişim. Bir dahaki sefere bu kadar aralık olmasın."

-"Tamam sen nasıl istersen."


...


Neşeʼyle o günden sonra hiç konuşmadık. Anıları geçmişin intikamı olarak gören insanlardan değilim. Hatırladığımda gülümseyip geçsem de bazen üzüldüğümü hissediyorum. Evet, mecnun değilim. Sadece kalbim kırık. Herkes kadar. Kırmızı odada yüzlerce fotoğraf yıkadım, binlerce surat gördüm. Bazıları kocaman gülüyor. Bazılarıysa öylece şaşmış bakıyorlar. İşim Neşe'nin ilgisi çekmişti. Anlattığım şeyleri can kulağıyla dinledi. Dediğine göre fotoğraf makinesi ilk bulunduğu zamanlar fotoğrafların çoğu bulanık çıkarmış. En net ölülerinki olurmuş. Aceleleri olmadığı için istediğiniz kadar bakabilirlermiş. O gün Neşe'nin gözlerine bakarken benim de hiç acelem yoktu. Ama ölmedim. O günden sonra herkesle yarım yamalak konuştum. Kimse beni doğru düzgün dinlemedi. Bugün dedem yaşında değilim ama anısının ilgimi çekmediğini anladığında susmuştu. Neşe de susmuştu. Bana laf düşmeden her şey olup bitti.


Neşe, ne oldu biliyor musun, oturduğumuz pastane kapandı. Ben de memur oldum. Artık yılın üç ayı köyde kalıyorum. İlk gittiğimde yarım saat gezip evime döndüm. Sonraları alıştım. Anneannemin bahçesine biber ektim. Kalan vakitlerde sapsarı bozkırlara uzanıyorum, gökyüzü turuncu, ben mavi. Yolu bitirmedim, hala gidip geliyorum ve seni düşünmeden edemiyorum çünkü özlem bende bitmiyor. Umarım beni hatırlarsın.