Gürültülü şarkılara yakışmıyor sesim

mutlak bir vehim okur insanlar gözlerimden

dudaklarını zorlamak gelse bile içimden

gözleri yollarda bir kadın tutar ellerimden

ya sevincime gölge varsayımları çağırır beynim

ya sonluluk duygusuyla kuşatılır zihnim

ama mutlaka bir vehim...

bir sessizlik azgın fısıltılarla geçer içimden


türkü söylüyorum fısıltıları defetmek için

koyuca bir arzuyla çalkalanıyor içim

hayvanlıktan çıkalı beri var olana

kaygıyı yok edecek kesinlikte bir yemin

maddede parçalanan atoma

canlıda parçalanıp büyüyen hücreye

yemin diye aradığımız

sendeki de bu kıpır kıpır yaşayış

bu bitimsiz devinim


bozkırlara gölge düşürmeyen dağları neylerim

kim takar kamasız zeybeksiz efeyi inse düze

kama olurum sivrilip uslanmam yine gelirim

kurutulan derelere coşarlık katacak sözleri

küba’ya hasret kalmış che'lerle

zeybeksiz efeler söyleyecek bilirim


dinmek bilmiyor ruhumuzdaki kangren

aydınlar hamamında okunan gazel

peşrev peşrev bitmek bilmiyorken

çirkinleşiyor her şey

en çok da insan insana yabancılaşırken

aldığımız nefesler yetmiyor hayatı güzelleştirmeye

bugün yaşanacaksa en büyük aşklar

sen ben ve ellerimiz on binleri tutarken


sövmeler gibi sevmeler de bizimle çiçeklenecek

yepyeni sevinçlere koşacağız yükümüz olan acılarla

kırılacak efendilikte taşlaşan erkek

her günü katline inat yaşarken kadın


kalmayacak artık

efeler kamasız che'ler küba'sız

yürüyeceğiz kulaklarda yankımız

biz dağları çınlatan kubbeyi çatlatan avazız

bizi budamak artık ne fayda

halkın bağrında büyüyen körpe fidanız


yarılır ellerimizle elbet bu sisli abluka

gecenin pusu dumanın isi gündüzün sisi

ne yapsın ki bu yolda pusulası halk olana...