Pansiyonda her şey yerli yerinde, sıradan bir gün yaşanıyordu. Karşı evin bahçesinde yavru kediler kavga ediyor, evin küçük kızı onları seyrediyordu. Hava kararmış, sis bulutları şehrin tepesine çökmüştü. Vanessa köşedeki kanepeye oturmuş tüm bu olup bitenleri izliyordu. Vanessa'nın dikkatini, başında fascinatör şapkası, elinde siyah uzun eldivenleriyle pansiyonun kapısından giren genç kadın çekti. Kendinden emin adımlarla resepsiyona yönelip bir oda kiraladı. Vanessa bu yabancı kadını oldukça ilginç buldu çünkü bu küçük yere hep alelade insanlar geliyordu ve bu zengin olduğu anlaşılan kadının neden burada olduğuna anlam veremedi. Kadın yukarıya çıkınca resepsiyonda duran annesinin yanına gidip annesi Marilla'ya sordu.

-Bu kadının Rethliy gibi fakir bir kasabada ne işi olabilir?

-Nereden bilebilirim Vanessa?

-Peki adı neymiş?

-Julia.


Vanesaa ve Marilla günlük işlere dalıp gitmişti.


Saat 16.00'ı gösteriyordu bu sırada Julia pansiyondan çıkmaya hazırlanıyordu. Vanessa da her zamanki köşesine oturmuş hesaplarla uğraşıyordu. Julia merdivenlerden inerken sivri burunlu, minik topuklu ayakkabısı boyutunun aksine oldukça şiddetli ses çıkarıyordu. Vanessa başını önündeki kağıtlardan kaldırarak sesin kaynağı olan Julia'ya bakakaldı. Kadının pansiyondan ayrılacağını anladığında onu izlemeye koyuldu. Bu sefer sabahki halinden daha farklıydı ve sanki yapmak istemediği bir şeyi sırf yapmak zorunda olduğu için yapan bir ifade vardı yüzünde, diye düşündü. Bu kadını fazlaca merak ediyordu Vanessa. Nedenini kendi de bilmiyordu ama bu kadını iyi biri gibi görmüyordu sanki, sürekli etrafına zarar veren biriymiş gibi yargılıyordu. Vanessa'nın aklından aniden Julia'yı takip etmek geçti fakat çok geçmeden fikrini saçma bulup bundan vazgeçti ama bu sıkıcı yerden kaçıp kendini dışarı atmak isteği ağır basmış olmalı ki oturduğu yerden kalkıp harekete geçti. Daha fazla vakit kaybetmek istemeyerek paltosunu kapıp yola koyuldu. Soğuk hava yüzüne çarptıkça paltosuna daha da sıkı sarılarak ilerledi. Etrafına da bakınmayı ihmal etmiyordu. Bulunduğu durumdan bağımsız düşünceler geçiriyordu zihninden. -Anneme haber verse miydim? Kadını takip edeceğimi söyleyemezdim herhalde. Hesapları da öylece bıraktım, keşke şemsiye alsaydım yanıma. Hava da çok karardı. Bunları unut kadına odaklan, evet evet kadına odaklanmalıyım- Julia'ya yetişmek için hızlandı. Bir yandan da takip edildiğini Julia'ya hissetirmemeye çalışıyordu. Vanessa her hafta uğradığı küçük antikacı dükkânın önünden geçerken içerde aylardır istediği o altın varaklı cam vazoyu görmüştü. Mutlaka içeri girip incelemeliydi ama vakti yoktu, Julia gözden kaybolabilirdi. Döndüğünde ise satılmış olabileceği ihtimali onu çok rahatsız ediyordu ama yine de takibe devam etti. İçerdeki adam Vanessa'yı fark etmiş, kim olduğunu hatırlamakla meşguldü, zihninde yer edinen bu kız caddedeki pansiyonda çalışan zayıf, mavi gözlü ve yüzünde hastalık havası sezilen Vanessa'dan başkası değildi. Vanessa antika parçalara bayılırdı. Bütçesi yettiği kadar gelip beğendiği eserleri alırdı. Küçük bir koleksiyonu bile vardı diye geçirdi aklından adam.


Vanessa ve Julia hâlâ yoldaydı, Vanessa gözünü kadından bir saniyecik bile olsa ayırmıyordu. Vanessa birden minik bir çığlık attı. Neyse ki aradaki mesafeden dolayı Julia duyamazdı. Vanessa yolun kenarındaki büyük tahta parçasına saplı olan paslı çiviyi görmeyip üzerine basmıştı. Canı o kadar çok yanıyordu ki bulunduğu yere oturup ağlamak istedi. Çiviyi çıkarmak istiyordu ama canı daha da fazla acıyordu, son gücüyle çiviyi çıkarırken dişini sıkıp dayanmaya çalıştı ve sonunda çiviyi çıkarmayı başardı. Yüzünde acı dolu bir his vardı. Kocaman şeyi görmediği için kendisine kızıyordu. Aslında eve dönsem daha iyi olacak diye düşündü ama merakına yenilip topallayarak yürüdü yolun geri kalanını. Kesinlikle bu kadının bir kusurunu bulacağına kendini inandırdı ve başına gelenlerden Julia'yı sorumlu tuttu. Kasaba bitti hâlâ durmadı diye hayıflandı. Bu arada ayağının acısı iyice artmış, zonkluyordu. Julia kasabanın en sonunda bulunan derme çatma olan eve uzun uzun baktı ve eve girdi. Uzun yıllardan beri kullanılmamış, terk edilmiş havası veriyordu bu kahverengi ahşap bina. Vanessa Julia'nın bu eve girdiğini görünce çok şaşırdı ve daha da meraklandı.

İçeride olacaklardan haberdar olmak için bahçenin arka tarafına dolanıp ilk katı izlemeye başladı ve bu sırada Julia somurtkan bir şekilde odadan içeriye girdi. Kanepede hasta bir vaziyette yatan yaşlı bir kadın vardı. Durumu oldukça kötü görünüyordu. Julia hiç konuşmadan yaşlı kadının karşısına oturdu. Derin bir sessizlik hâkimdi odaya. Bu sessizliği bozan kişi Julia oldu. Julia içini çeke çeke ağlamaya başladı. Az önceki o somurtkan kişi birden hıçkıra hıçkıra ağlayan bir kız çocuğuna dönüşmüştü. Yaşlı kadın soluk soluğa kalarak ağlayan kızını sakinleştirmeye çalışıyordu, evet bu yaşlı kadın Julia'nın annesiydi, Julia hiçbirini dinlemiyordu. Ağzından sadece şu sözler çıkıyordu: "Çok özür dilerim, her şey için çok özür dilerim."

O sıra da zaten ağır hasta olan kadın kızını yıllar sonra böyle görünce daha da üzüldü ve kalbi dayanmadı, saniyeler içerisinde öldü. Julia çığlıklar içinde annesinin yanına koştu. Annesinin baş ucunda ağlama krizleri geçirirken bir yandan da beni affet diyerek yalvarıyordu ölü annesine.


Vanessa bu gördükleri karşında adeta donup kalmıştı.