İnsan doğasında hasta olmak yok. Peki neden bu kadar hasta olmaya meraklıyız?

Neden boğazımızı ağrıtırız, söylemek isteyip de söyleyemediklerimizin varlığıyla? Neden başkalarının sorumluluklarını alıp ağrıtırız sırtımızı, belimizi? Hasta mı olmak istiyoruz?

İlk önce kendinden başlamalı insan. Belki de biraz bencil olmalı, zaman ağrımaz belimiz, başkaları bizim hakkımızda ne düşünür diye susmayız ve ağrımaz boğazımız. Her şeyiyle kabul etmeliyiz hayatı, ki akciğer sorunları yaşamayalım. Kendi gücümüzü kabul etmeliyiz yoksa sebebi oluruz alerjilerimizin. Peki ya Alzheimer, o da mı ruhsal sebeplerden, diye soracak olursanız evet...İnsanlar belli bir yaşa geldiği zaman anlam arayışına girer. Bunu bir dönüm noktası olarak düşünebiliriz. Geçmişe bakarız ve anlamlı, tatmin edici bir hayat geçirip geçirmediğimizi sorgularız. Eğer geçirdiysek çok şanslıyız, kalan hayatımızı mutlu geçiririz. Ama tatmin olmadıysak geçmişimizden yapmadıklarımızdan söylemediklerimizden yaşamadıklarımızdan... O zaman unutmak isteriz geçmişi. Öleceğimiz günün bir an önce gelmesini bekleriz. Yaşlıları gözlemleyin sadece bu konuyu anlamak için. O zaman belki ne anlatmak istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Yaşayabiliyorken yaşamalıyız...

Bir gün bulursa bizi ölümcül hastalıklar o zaman düşünmeliyiz, koskoca evrende bir kum tanesine bile denk değilken neyi taktık bu kadar kafamıza, diye. O yüzden bırakmalıyız kendimizi akışa, değer vermeliyiz önce kendimize, sonra bakalım neler çiziyoruz, hangi renklerle boyuyoruz tuvalimizi...