İçsel zorluklar, hayatın bir parçasıdır. Ancak bu zorluklar, her zaman aşılabilir.Sonsuzlukta kaybolduğunu düşündüğün anda bile, evrenin senin varlığından haberdar olduğunu ve seni içinde barındırdığını bil.


Hayatta kalmak, güçsüzlük değil, en büyük cesarettir.


İnsan doğası gereği dayanıklıdır; beyin ve beden sürekli iyileşmek için çalışır. Hiçbir karanlık, sonsuz değildir. Her karanlığın ardından mutlaka bir ışık doğar. Eğer bugün zorlanıyorsan, unutma ki bu bir sürecin parçası ve yarın her şey değişebilir.

İntihar, sonsuz bir çözüm gibi görünen ama aslında geçici bir sorun karşısında verilen yanlış bir tepkidir. Herhangi bir sorunla baş edemeyeceğini düşündüğün an, o sorunla başa çıkmak için daha çok nedenin olduğunu da unutmamalısın.

Duygusal açıdan bir çıkmaza sürüklendiğinde, o anki yoğunluk çok gerçek ve aşılmaz görünebilir. Fakat zaman, her şeyi hafifletme gücüne sahiptir. Bir insan, yaşadığı zor zamanları sonrasında baktığında, aslında ne kadar güçlü olduğunu, o an için çözümsüz gibi görünen durumların bir şekilde çözüldüğünü fark eder.Nihilizm ve varoluşçuluk, insanın boşluğa sürüklenme hislerine değinirken, aynı zamanda bu boşluğu anlamlandırmanın gücünden bahseder. Albert Camus’nun dediği gibi, “Hayat absürd olabilir, ama bu absürdlükle başa çıkmanın tek yolu yaşamaktır.” Acı da, sevinç de aynı potada erir; ikisi de insan deneyiminin kaçınılmaz parçalarıdır. Zorlukları aşmak, bu deneyime sahip çıkmaktır.

Anatomik açıdan bakarsak, beynimiz ve bedenimiz dayanıklıdır; acı ve stres karşısında devreye giren savunma mekanizmaları bize hayatın devamı için sinyaller gönderir. Beyin, değişim ve iyileşme kapasitesine sahiptir. Her gün yaşadığımız duygu değişimlerinde bile, serotonin, dopamin gibi hormonlar sürekli olarak dengeyi bulmaya çalışır. Bu da gösteriyor ki, ruhsal çöküntüler ve intihar hissi, biyolojik olarak da geçici bir durumdur.