İnsan konu ne olursa olsun, neden diye sormaya başladığı an mutluluğu kaybediyor. Sanırım bu hatayı son zamanlarda yazıyla olan ilişkimde yapıyorum. Sık sık soruyorum: Neden yazıyorsun Halis? Çocukken yazmaya başlayan insanlar, yazdığı metinlerin çok özel olduğunu düşünüyor. Sadece kendisi tarafından anlaşılacak düzeyde olan, o basit şiirlerin çok özel olduğunu sanıyor. Okuyarak büyüyor sonra. Sonrası ne mi? Büyük bir sıkıntı. Yüzlerce şiir buluyor, okuyor. Dünyanın en büyük şairlerini görünce önünü ilikleyip yazdığı şeylerin gerçek değerini anlıyor. Kocaman bir hiç. Bu çöküş uzun sürmüyor elbette. Sonuçta bir yarışta değiliz. Birden elimde kağıt kalem, kendimi bir masanın başında kıvranırken buluyorsam ne yapabilirim? Messi'yi görüp futbolu bırakıyor mu diğer topçular? Tamam, güzel düşünüp yazıyorum ama yazdıklarım nereye gidiyor? Kendin yaz kendin oku. Yazıyorsun ve kendine yazma nedenini sormaya korkuyorsun. Okunmak istiyorsun evet. Ama ne hakla? Neden yazıyorsun diye soran olursa, seviyorum ve yazıyorum demek yeterli bir cevap olabilir. Tabii onlar da "Sev ve yaz, ama bize dokunma." diyebilir.

 

Sonra şiiri günlüklerime gizliyorum. Başlıyorum öyküler yazmaya. Birkaç dergiye veriyorum, geri dönüşler güzel. Üstelik kızlar filan okuyor, birileri mesaj bile atıyor bana. Tabii "Bu duygusal şeyleri yazan sen miydin?" diye sormaya başlıyorlar. Yazıların kaybolup gidiyor. Unutuluyorsun. Sonra yine istenmemeye başlıyorsun. Kendimi avuttum o zaman. Kaygıları bir kenara bıraktım ve yazdım. Bir blog açtım daha sonra. Binlerce kişi okumuş, eminim birçoğuna ben gönderdim, okusun, eleştirsinler beni istedim. Sonra bu işkenceyi kendime neden yaptığımı sordum? Neden eleştirilmek istiyordum? Hem yazmak için uğraşıyordum, sonra en yakın arkadaşlarıma bile ağız eğiyordum. "Oku bir nasıl olmuş, kötü yönlerini söyleyin, hatalarımı söyleyin, acı çektirin bana." Gelmiş geçmiş en büyük yazarlar şu an raflarımda yatıyor. Onlara gidip sorabilirdim nasıl yazdığımı. Niye hayatında kitap yüzü görmemiş adamlara yalvarıp duruyordum? Ama sorun gerçekten güzel yazmak mıydı? Ben artık ne olursa olsun okunmak mı istiyordum? Neydi bu bilinmeye, keşfedilmeye karşı duyduğum aptalca açlık? Oysa masanın başına geçtiğim zaman yalnız kalmalıydım. Fakat yalnız kalmamak için, kendime benzeyen insanları bulmak için yazmıyor muydum?

 

Bir gün işleri büyüttük! Bir yerel gazete köşe yazarlığı verdi bana. Ben istedim, hadi itiraf edeyim. İsteyen herkese de verirler eminim. Benimle beraber on kişi okuyacak yazlarımı. Tabii yine bir itirafta bulunmam gerekiyor; internette arama yaptım, benimle aynı isim ve soy isimi taşıyan başka bir adam çıkıyor karşıma. Ayar oluyorum bu amcaya, hem adımız soyadımız aynı, hem de ikimiz de şiir yazıyoruz. Üstelik o benden yıllar önce başlamış. Ne yapıp edip ondan çok ben çıkmalıyım arama motorunda. Sanırım ikimizden başka ‘Halis Kandemir’ diye arama yapan kimse yok Türkiye’de. Ama olsun, bu kutlu bir savaş! Bu isim benim hakkım! Gazeteye yazı verme amacım da bu işte. Biri adımı soyadımı yazıp arama yaparsa, karşısına o amca yerine ben çıkayım! O ne kadar siteye üye olup şiir yüklemişse, ben de arkasından gittim. Hepsine üye oldum, şiirler ekledim. Bu işin sonu kötü olacak. Bu konuyu onunla bir gün konuşmam gerek. Bir mahlas bulsun kendine. Benim önümü açsın. Neyse, konumuza dönelim. Yazmaya başlamadan önce bir güzel uyarıldım. Asla siyasi bir metin yazmayacaktım. Her şey çok güzel gidiyorken ülkemizde ne gerek var böyle şeylere? Siyaset gibi sıkıcı konulara, sefalete, umutsuzluğa, işsizliğe dair bir şeyin gazetede ne işi olacak? Klavyenin başına geçince tutamadım kendimi maalesef. Zaten bu fevriliklerim beni mahvetti. Başladım eğitim sisteminde heder olmuş bir genç olarak yazmaya. Neler yazdığımı tahmin edebilirsiniz. Yaşıtlarımın bildiği, yaşadığı, üzüldüğü konular işte. Bir baktım adım silinmiş yazarlar kısmından. Yazım da silinmiş tabii. Adamlar beni her yerden engellemiş. Bu neyin korkusuydu? Düşündüm durdum. Yanlış bir şey yazdıysam, sen yanlış yaptın deselerdi keşke. Sadece sildiler her şeyi. Zaten Halis kim köpek? Dışarısı Halis gibi kendini köşe yazarı olacak donanımda sanan adamlarla dolu. Bir tanesini daha bulurlar. Ama sadece mastürbasyon teknikleri yazacak bir yazar bulmalılar. Az da olsa mutsuz Halis. Mutsuzlar gereksiz şeyler yazmazlar.

 

Sonra düşündüm. Acaba artık yazma sevdam, çirkin bir okunma sevdasına mı dönüşmüştü? Ne istiyordum ben? Kızlar mı tavlayacaktım yazı yazarak? Herkesin okuduğu bir yazar mı olacaktım? Televizyonlara mı çıkacaktım? Neyi arıyordum yazarak? Bazen aynalara bile başkası için bakmıyor muyuz? Ben kendim için yazıyorum diyen insanlara pek inanmıyorum. Yazarken bilinmek istediğimi fark ettim. Çok sustum. Artık konuşmak istiyorum. İyi uydururum. Yalan olduğunu bileceksiniz yazdıklarımın, ama gerçek olmasını temenni edeceksiniz. Sormayın, yazıyorum işte. Aştım haddimi bir kez. Duramam, geriye dönemem. Hatta daha da ileri gittim sonra. Her emekli memur gibi denedim ben de, ne memurdum ne de emekli. Ama bir roman yazdım işte.


Bir roman yazdım. Bir yıl kafamda taşıdım, iki yıl da yazmakla uğraştım. İşten çıktım, okulu aksattım, yazmamı engelleyen şey ne ise onu çıkarıp attım hayatımdan. Biraz tembel bir insanım, buna rağmen çalıştım çabaladım. Bu kadar çabayı sırf kendim için verdim diyemem. Elbette önce kendimi memnun ettim, ama okunsun diye yazdım. Benden başka kimse memnun olmadı sanırım. Bazı yayınevlerine yolladım dosyayı, bekliyorum. Aylar oldu geri dönen pek az. Dönenler ise olumsuz şimdiye kadar. Bazıları ücret bekliyor. Bu ücret talep eden yayınevlerine saygı duyuyorum elbette, sonuçta herkes evine ekmek götürüyor. Sanırım böyle giderse birinin müşterisi bile olabilirim. Yayınevinin internet sitesine giriyorum, kitap satmak için değil, kitap basmak için kurulmuş anlaşılan. Geçimlerini benim gibi toy yazarlardan sağladıkları o kadar belli ki! Çıkarıp verecek bir on bin liram yok maalesef. Belki askerliği astsubay olarak yaparsam çıkarır veririm o parayı. Sonra oturur beklerim. Neyi? Bilmiyorum. Beklemeye alışmışım bir kere. Beklerim öylesine.


Editör bir hanımefendi ile de biraz konuştuk bu konuyu. Sosyal medya hesaplarında kaç takipçin var, diye sordu. Başka bir alanda şöhret kazanıp sonra kitap çıkarmalıymışım. Anladığım kadarıyla kitap yazmak için bir dizide oynamanız gerekiyor, ya da Acun’la evlenmemiz en kesin çözüm. İlkini tercih ederim.

Sanatın da tekelleştiği aşikar. Bir yerlerden icazet almanız gerekebiliyor. Nasıl yazılacağını anlatan onlarca kitap varken, yine de bir atölyeye gidip bir yazar abimizden bu dersi almamız gerekiyor. Sonra o abimiz kitap kapağımızın arkasına müthiş bir yazar olduğumuzu yazabilir. Ya da meşhur bir yazar bize referans olup çok bilinen bir yayınevinden kitabımızı yayımlatabilir. Sonuçta sanat görecelidir.

 

Uğraş dur Halis. İşin ne? Biliyorum, hiçbir zaman yazıya küsemem, biliyorum! İşlemiş bir kere içime. Dünyanın en berbat yazılarını yazdığımı düşünenler olsa bile, başka çarem yok, biliyorum. Neden yazıyorum? Ses çıkarmak için. Neden yazıyorum? Bilmiyorum. Belki bir gün çocuklarım olur, arayıp bulurlar o dergileri, o şiirleri. Sonra? Bilmiyorum.