‘’Oğlum sen neye daldın öyle?’’

"Ha? Yok ya,’’ oturuşumu düzelttim. Herkes bana bakıyordu. ‘’Öyle bir an aklıma bir şey geldi de.’’

‘’Resmen başka diyarlara uçtun ya. Ne geldi bari bize de anlat.’’

Anlatamazdım. ‘’Birkaç dakika öncesine kadar hatırlamadığım rüyam geldi aklıma Rasim, ona daldım. Aynı böyle, yuvarlak masa etrafına oturmuşuz; sen, ben, Cem, Ceyla, Melek ve onun tanımadığımız yeni sevgilisi. Mezelerden götürüyoruz, tıpkı şimdi olduğu gibi. Kahkaha atıyoruz, sohbet keyifli. Sonra bir anda ne oluyorsa oluyor, masada tam karşımda oturan kişi değişiyor. Hani Ceyla var ya orada şimdi, rüyamda o yok. Aslında var, bilmiyorum. Belki yeni bir sandalye girdi araya, bir şey oldu, emin değilim. Neyse bu yeni kişi, tanımadığım beyazlar içindeki kadın bana bakıyor. Boş bakıyor ama, sohbete ve etrafında olan bitene vakıf değil belli ki. Eğlenmediği ortada. En sonunda dikkatimi çekiyor benim. Tanımıyorum onu ama aslında tanıyormuşum. Rüyamda öyle hissediyorum en azından. ’Ne oldu?’ diye soruyorum. ’Canını sıkan bir şey mi var?’ Tebessüm ediyor. Öyle bir tebessüm ki korku filmlerinde görürsün. Her şeyin ters gideceğini, arka planında bir gerilim müziğiyle vurgulayan tebessümlerden. ’Burada olacak diyor,’ sonra fısıldayarak. ’Burada biri ölecek.’ Her şey değişiyor resmen. Bir anda siz yavaşlıyorsunuz. Zaman yavaşlıyor. Bakışlarım sadece onda, o kadında. Sanki gözlerim bir kamera mercek kadına odaklanmış, etrafı flu. ’Kim ölecek?’ Kalbim küt küt tabii. Tedirginim. O kadar inanıyorum ki birinin öleceğine. ’Söylesene, ölmesin, kurtaralım.’ Nefesimi tutmuş ondan bir cevap beklerken sen giriyorsun araya, ‘Oğlum,’ diyorsun. ‘Sen neye daldın öyle?’ Rahatsız oluyorum alacağım cevabın engellenmesinden, kıl oluyorum sana. ‘Yok,’ diyorum. ’Öyle bir an aklıma bir şey geldi de.’ Tekrar kadına bakıyorum. ’Lütfen,’ diyorum. ’Söyle, kim ölecek.’ Bana yaklaşıyor, öne doğru eğiliyor. Saçlarının haydariye ve acılı ezmeye girmesine takılmıyor. Gözleri gözlerimde. ‘Dikkatli izle,’ diyor. ‘İzlersen, dikkat edersen göreceksin.’ Onun sesini sen bastırıyorsun, yarıda kesiyorsun. ’Resmen başka diyarlara uçtun diyorsun.’ Sana tahammülüm kalmamış ama idare ediyorum. Sonra...

‘’Oğlum aloooo! Dünyadan Alperen’e.’’

…beni dünyaya davet ediyorsun. Dalgınlığım geçmemiş meğerse.’’ Diyemezdim! İmkânsızdı. Vücudumdaki her bir tüy dikilmişti. Hatırladıkça nefesimi kesen rüyamın etkisindeydim. Nasıl açıklardım ki böyle bir şeyi? ‘’Arkadaşlar ben… ben bu olanları rüyamda gördüm. Her şey aynı böyleydi,’’ mi diyecektim? ‘’Aramızdan biri ölecek. Nasıl, bilmiyorum; ama ölecek!’’

‘’Ya rahat bıraksana çocuğu,’’ dedi Ceyla. ‘’Yorgundur belki, yoğun çalışıyor.’’

‘’Bu böyle susarsa biz de düşeceğiz ama. Bak ne güzel toplanmışız kırk yılda bir. Sohbet güzel, kafalar güzel.’’

‘’Tamam,’’ dedim, dikkatleri daha fazla üstüme çekmemek için. Biraz daha baksalar göreceklerdi çünkü, betim benzim atmıştı, hissedebiliyordum. ‘’Hadi o zaman şerefinize.’’

Dindar biri değildim, hiç olmadım. Kâhinlere, şifacılara ya da ne bileyim, ruhunu bedenden ayırabilenlere inanmazdım. O yüzden bana olan bu şey her ne ise açıklamakta zorlanıyordum. Resmen rüyamı yaşıyordum. Sadece olmuşu, yani masa başındaki eğlence faslımızı değil aynı zamanda olacakları da aynı anda hatırlamıştım. Rasim’in beni dürteceğini, bana söyleyeceklerini önceden bilmiştim. Hepsi az önce burada yaşanmıştı, oturduğum yerde. İnanamıyordum!

Sonrasının nasıl devam edeceğiyle ilgiliyse en ufak bir fikrim yoktu. Bazı görüntüler vardı sadece: Bir sandalye düşüyordu, biri ‘Allah kahretsin’ diyordu ve bir kadın – sesinden arkadaşlarımdan hangisi olduğunu seçemediğim- ağlıyordu o kadar. Bir de bir kelime: ‘yetinmek.’ Bunlar nasıl ve ne zaman olacaktı? Olaylar birbirini nasıl takip edecekti? Kim neyle yetinecekti?

‘’Sen ne diyorsun bu işe? Acele etmemişler mi sence de?’’

‘’Ne?’’ Dürtmeyi seven arkadaşım Rasim’e baktım. Melek’e ve onun yeni sevgilisindeydi gözleri. Çocuk Melek’in yüzük takılı elini tutmuş, masadakilere gösteriyordu.

‘’Sözlenmişler oğlum, yine uyudun sen!’’

‘’Tebrik ederim.’’ Sadece dalarak, masadaki kakafoniyi duymazdan gelerek hatırlamaya çalışabiliyordum. Elimden daha iyisi gelmiyordu. ‘’Allah bir yastıkta kocatsın.’’ Çocuk ‘’eyvallah abi’’ demekle yetindi. Melekse sıcacık bir gülümsemeyle hepimize hitap etti: ‘’Çok sağ olun. Rasim haklı, biraz acele oldu ama ne yapalım, birbirimizi bulduğumuza inanıyoruz. Zaman kaybetmek istemedik.’’

Bunların hiçbiri yoktu, hatırlamıyordum. Rüyam o kadın bana ‘izlersen göreceksin’ dedikten sonra bitmiş miydi? Peki o zaman bir gelip bir giden diğer görüntüler neyin nesiydi? Cem birden, önündeki tabağı itip ellerini masaya koyarak ayağa kalktı. Bunu öyle dikkatsiz ve özensizce yapmıştı ki masa örtüsünü kendine çekmiş, bir iki kadehi dökmüş ve en sonunda sandalyesini düşürmüştü. Ve işte sandalye düşmüştü! Aksiyon filmlerindeki o adrenalin çubuklarından saplamışlardı sanki bir yerime. Kalbim, hiç olmadığı gibi hızlı atıyordu. Gözlerim kocaman açılmış, etrafıma bakıyordum. Rasim’in yüzüne, ellerinde peçeteyle masa örtüsünü silmeye çalışan Ceyla ve Melek’e ve Cem’in tepkisine. Afallamış gibiydi. Sanki ayağa kalkana kadar ne derece sarhoş olduğunu bilmiyordu. Düşen sandalyeye baktı, sonra hiçbir şey demeden etrafımızdan dolaşıp koridora yöneldi.

‘’Tuvalete gidiyor. Kusacak mı acaba?’’ dedi Ceyla. Kimse eğlenmiyordu artık.

‘’Ben bir bakayım.’’ dedi Rasim. Cem’in en yakın arkadaşı oydu; Cem’in burada olmasının sebebiydi. Rica etmişti. Yoksa... Yoksa Cem’i kim davet ederdi ki? Melek’le onlar eski sevgiliydi. Belki çok eski ama yine de bir geçmişleri vardı. Mantıken burada, Melek’in evinde olması doğru değildi. ‘İzlersen, dikkat edersen göreceksin.’ Buradan patlayacaktı olaylar. Cem yüzünden! Melek ve Cem’in geçmişi yüzünden. Sinirden gülecektim neredeyse. Bu inançsız halimle gerçekten erdiğime, bir şeylerin bana malum olduğuna inanmıştım ve harekete geçecektim. Olacak olanları engellemeye çalışacaktım. Ama nasıl?

Melek, sözlüsü ve Ceyla kendi aralarında yardımlaşarak dağılan masayı toparlıyordu. Koridordan gelen fısıltıları bir tek ben duymuştum. Arkadaşlarımın meşguliyetinden yararlanıp bir şey demeden, çaktırmadan ayağa kalktım ve koridorun başına gittim.

‘’Cem saçmalama!’’ diyordu Rasim, fısıldayarak. Dişlerini sıktığı anlaşılıyordu. ‘’Sakın beni pişman edecek bir şey yapma.’’

‘’Sen çekil, senle ilgisi yok. Yüzleşeceğim.’’

‘’Öyle bir aptallık yapmayacaksın, beni anladın mı? Seneler geçti be, seneler! Sarhoşsun sen, o yüzden…’’

‘’Çekil Rasim, karışma.’’

Cem, Rasim gibi ihtiyatlı davranmıyordu. Sesinin duyulması umurunda değildi, neredeyse bağırıyordu. Arkama döndüm. Masadakiler benden tarafa, koridordan gelen seslere mana vermeye çalışarak bakıyorlardı.

‘’Ne oldu Alperen? Kavga mı ediyorlar?’’

‘’Yok bir şey.’’ Koridoru yürüdüm ve bana doğru gelen Cem’le ortada buluşup onu durdurdum.

‘’Karışmayın Alperen, karışmayın diyorum.’’

Sonra her şey çok hızlı oldu.

‘’Ne oluyor?’’

‘’Ne olacak,’’ Cem benden kurtulmaya çalışıyor, kaşlarını çatmış bakan eski sevgilisi ve onun sözlüsüne haykırıyordu.

‘’Yalanınızı kutluyoruz işte.’’

‘’Ne yalanı ya?’’ Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bir Melek’e bir Cem’e bakıyordu. ‘’Ne diyor bu Melek?’’

‘’Allah kahretsin!’’

 Arkamdan gelen sesle buz kestim. Cem’i tutma çabamdan vazgeçip baktım. Rasim, ellerini beline koymuş, çıkacak rezilliğe engel olamamış olmanın üzüntüsüyle lanet okuyordu. Ve işte Melek… Cem’in ağzından çıkan sözlerle ağlamaya başlamıştı.

Yeniden rüyada gibiydim. Parçaların arası dolmuş, kafamdaki görüntüler sırasıyla yaşanmıştı. Ne yapacağımı ya da ne düşüneceğimi hâlâ bilmiyordum. Bir çeşit şoktaydım, tam anlamıyla kendime gelemiyordum.

‘’Bak sonu kötü olacak.’’ Tehditleri savuran Melek’in sözlüsüydü. Rasim oraya fırlamış, bu sefer de onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Bense izliyordum.

‘İzlersen, dikkat edersen göreceksin.’

İzlemeye daha fazla niyetim yoktu. Bir cesaret harekete geçtim ve Cem’i çekip arkaya savurdum. ‘’Yeter,’’ diye bağırdım. ‘’Kendinize gelin.’’ Hata etmiştim.

Çığlıkların tam olarak ne zaman başladığını, Ceyla ve Rasim’in ne zaman beni salondaki ikili koltuğa sürüklediğini tam olarak hatırlamıyorum. Belimde hissettiğim sıcaklığa takılmıştım ben. Gömleğimden kotuma, oradan da paçalarıma akan kanıma. Cem bıçaklamıştı beni. İsteyerek mi yapmıştı bilmiyordum. Belki de yerden kalkmış ve araya daldığında önüne ben denk gelmiştim. Sadece tekinsiz tiplerde olduğunu sandığım sustalısını ben yemiştim. Gözlerim kararıyordu. Ölecek olmanın endişesini yaşamıyordum. Muhteşem bir rahatlama hissi vardı hatta. Arkadaşlarımın ambulans için telefondaki kişiye yalvarmalarını kısık gözlerle izliyordum. Bedenim soğusa da içim sıcacıktı. Kaybettiğim kan çoğaldıkça ben mayışıyordum. Ve rüyamı daha iyi hatırlıyordum. O kadın, uyarmıştı beni. ‘’İzlersen,’’ demişti. ‘’Dikkat edersen göreceksin.’’ Hatırlamadığım kısma ise ezberden bir şiir okur gibi devam etmişti: ‘’Yetinmezsen, araya girersen değiştireceksin. Şahit olmak ağır geldiği takDirde, nehre akacak yeni bir yatak çizeceksin.’’