Ağzında dünden kalan öfkesinin bıraktığı acı tatla uyandı. Hemen ardından midesindeki sindirilmemiş dünün izleri yumruk gibi etkisini gösterdi, nefesi daraldı. Yeni olması gereken bir sabahı böyle karşılamak daha da canını sıktı. Zaten günlerdir yaşadığı saçmalıklar sebebiyle yerde mi, yoksa gökte mi, belirsiz dolaşıyordu. Şimdi artık haftanın son gününde biraz olsun rahatlamak, zamanın getirdiği bütün acı tatları ağzının içinden uzaklaştırmak istiyordu. Tüm bunları düşünürken yatağın içinde doğrulmuş, duvarda sabit bir noktaya gözlerini dikmiş, öylece duruyordu. Bir anda telefonundan yükselen müzik sesiyle irkildi. Şaşkın bakışlarla telefonuna uzandı, ekranı kapalıydı. Bir taraftan odaya tatlı bir piyano ezgisi yayılmaya devam ediyordu. Alarmı kapatmıştı, "Bu müzik de neyin nesi?" diye düşündü. Ancak içine işlemeye başlayan notalar düşüncelerinden baskın geldi ve kendisini müziğin kollarına bırakıp tekrar yastığına uzandı. Yavaş yavaş midesindeki yumrular erimeye, kalp atışı normale dönmeye başladı. Kendisini biraz daha serbest bırakınca gözleri usulca kapandı. Bir anda müziğe bir kuş sesi eşlik etmeye başladı. Sesin nereden geldiğini anlayabilmek için doğrulmaya çalıştığında bacakları sert bir cisme çarptı. Ne olduğunu anlamaya çalıştığında kendisini bir piyanonun başında otururken buldu. Üstelik piyano bir kırın ortasındaydı. Sağında solunda söğüt ağaçları, yerlerde çimenler, çimenlerin arasında papatyalar, mineler, çiğdemler, türlü çeşit çiçekler vardı. Ayaklarının altındaki çimeni ve toprağı hissetti ve birden çıplak ayakla yere bastığını anladı, irkildi, ayağını çekmeye kalkışınca tekrar piyanoya dizini çarptı ve acıyı hissetti. Dizindeki acı geldiği hızla uzaklaştı ve elleri kendiliğinden piyanonun tuşlarına uzandı, ince uzun parmakları az önceki şarkıyı çalmaya başladı. Ağaçlara başka başka kuşlar geldi, şarkıya eşlik etmeye başladılar. Artık doğa ile bir senkron halinde müziğe kapılmıştı. Etrafındaki huzur, parmaklarının piyanoda gezinirken hissettiği başkalık sarıp sarmaladı. Ne ağzındaki acılık ne midesindeki ağrılar ne de kalbini sıkıştıran o bıkkınlık kalmamıştı. Sadece kendisi, doğa, müzik ve huzur vardı. Böyle ne kadar süre devam etti şarkıya bilemedi ama bir anda müziğini bambaşka, yüksek ve rahatsız edici bir ses kesiverdi. Üstelik gittikçe yükseliyor, tüm diğer sesleri bastırıyordu. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırken eli sert bir cisme çarptı. Uzanıp eline aldığında sesin yine telefonundan yayıldığını anladı ve aynı anda gözlerini kamaştıran ekran ışığıyla etraf aydınlandı. Arayan, iş arkadaşı Mine'ydi. Açma tuşuna dokunup kulağına götürdüğünde telefondan tiz bir ses telaşlı ve hızlı hızlı konuşmaya başladı. "Heey, neredesin Allah aşkına, toplantı birazdan başlayacak, ne diyeceğim şimdi diğerlerine?" dediğinde ne piyano ne müzik ne de kırlar kaldı ortada. "Ben, ben... şey, 10 dakikaya kadar çıkıp, hemen bir taksiye atlayıp geliyorum, mümkünse bir yarım saat erteletsen Mineciğim," deyip hızla yatağından fırladı. Az önce olduğu yer, tam unutmaya başladıkları ve bir anda yaşadığı bu geri dönüş şaşkına çevirmişti. Tüm ezberlerini yeniden başlattı, hızla kurumsal hayatına hazırlandı, kulaklıklarını taktı, az önceki müzik kulağında, taksiye binip hızla uzaklaştı.