Şöyle ki insan bir güne uyanmak için bana kalırsa 3 şeye ihtiyaç duyar; bedenine geri dönen ruhuna, ortalama bir rüyaya ve biraz da yaşama sevincine, yani neşeye.

Çok güzel rüyalardan uyanmak istemediğimiz için güne başlayamayışlarımız ve çok kötü rüyalardan uyuyamadığımız için önceki günü bitiremeyişlerimizin içinde savrulduğumuz koca bir fırtına gibi adeta bu yüzyıl, binlerce yıl sürüyor her günü ve kaplumbağa gibi yürüyor her saati. Buna rağmen sabahları uyandığımızda yaşama içgüdümüzle nelere sarıldığımıza bakınca insan şaşırıyor. Pencereyi açıyor, bir nefes alıyor, sonra duşa giriyor, çıkıyor; yemek yiyor, hiçbir şeyin normal kalmadığı dünyada normal kalmaya çalışıyor ve kalıyor da, işin sihri de burada başlıyor.

Kendini kocaman dünyaya sığdıramayan insan evine, odasına sığdırıyor. Gelecek planlarını sayfalara sığdıramayan insan iki satırlık mesajına sığdırıyor. İnsan, kesinlikle sıvı olduğunu düşündüğüm bir varlık. Omurgalı bir sıvı gibi adeta girdiği her yerin şeklini alıyor, uyum sağlıyor, hatta öyle bir adapte oluyor ki orayı kendisi yarattı sanıyor. Bu cümle hepimize tanıdık değil mi? Birilerinin bir şeyleri ben yarattım ifadesi hepimizin gözünde canlanacak kadar gaddar ama yaşanılır kılacak güzelliklerle dolu bir yerde olmak doğar doğmaz bizi ikiye bölen bir bıçak gibi, geçerken bazılarımız bıçağın izlerine yaşadıklarını sığdırıyor, çiçekler açtırıyor; kimi de memnuniyetsiz, sığamıyor iki çizgi arasına, dünya değil dünyalar onun olsun istiyor; ne büyük görüyor kendini tek kişilik yatağında yatarken, ne büyük görüyor kendini.


Neşe diyorduk, hepimize her güne uyanacak ve geceleri aklımıza gelip bizi en kötü günlerde bile tebessüm ettirecek kadar neşe diliyorum. Ruhunuz hala bedeninizdeyse memnuniyetsiz olmak sadece ömrünüzden çaldığınız tatlı küçük anılardan ibaret kalır. İyi neşeler...