Bağlı olduğun kökenlerin belli bir zamandan sonra geçiş yapmış olduğu İslamiyetle birlikte yeryüzüne gelen, gelecek olan ruhu ete  bürünmüş her canlıya asırlar öncesinden "Dünyaya gitmek ister misin?" diye sorulmuş olup "Evet" cevabını veren her ruhun yeryüzüne gözlerini açmasıydı. Böyle miydi? Kim bilir... Yer yer sorduk tabii kendimize bunu mu istedim sahi diye. Hatırlamıyordum, hatırlamıyordun ve hatırlamıyorduk. Bağnazlığa bağlanan ruhlar sorgulamadan devam etti. Aykırı düşünenler biranın güzelliği ile tanıştı. Tabii daha şarapla tanışmış olmayanlar olarak... Yegane dost, kadim yolculuk gibi. Hiç bıkmadan, usanmadan miden şişse de masada kalan son şey hep o dışı sıkıntıdan soyulmuş bira şişesiydi. Zamanla herkes gidermiş. Aslında bunu öğreten şey ne zaman ne din ne görüşlerdi. Bunu bize anlatan masada bizle kalan son kadehti, son şişeydi... Son olan cansız lakin bizi mutluğa götüren veyahut hüznün, kederin gerçekçi kucağına bırakan yine son dem alkolümüzdü. O masadan çok insan geldi geçti. Ve biz dinlemekten yorulunca dinlenmek istedik. Konuşmak istedikçe, dinlemeyi reddettikçe o insanlar gelmedi hep geçip gittiler. Zamanla gördük, yaşadık, bizleri dinleyen masanın son dublesi oldu. Ama hala yalnız değildik. Yalnızlığı her yıl doğduğumuz günde hisseder olduk. Lan zaten biz doğarken de yalnız değil miydik? Güzel şeydi aslında doğduğun andaki yalnızlığın baki olması. Tüm kadim dostlarıma ve doğum gününde baki yalnızlığı ile baş başa olabilen herkese masadaki son kadehi kaldırıyorum.