“Neyim ben? Ben… Ben, şeyim.”

 

           Her şey bu cümleyle başlamıştı. Üniversiteden sonra bir süre görüşemediğimiz arkadaşlarımla yeniden buluşmuştuk. Tıpkı üniversite zamanında yaptığımız gibi bir kafede çaylarımızı yudumluyorduk. Hiçbir şey değişmemiş gibiydi. Belki de geçmişe duyulan özlemden dolayı bu şekilde davranıyorduk. Biraz da seri filmlerin ikincisinin tutmamasına benzettiğim bir ortam vardı. İlk filmdeki heyecanı alamamış seyircinin salondan “Para boşa gitti.” diye söylendiği yüz ifadesini istesek de saklayamıyorduk. Bu durum için ne kendimi ne de arkadaşlarımı suçlamıyordum. Sonuç olarak uzun bir zaman boyunca farklı hayatlar yaşamış ve farklılaşmıştık. İnsanlar olarak aynı kişiler olsak da farklı kişilerdik. Aradan geçen yıllar bizden birçok şeyi götürdüğü gibi farklı birçok şeyi de getirmişti. Bu film aklımızda ilk haliyle kalmalıydı. İkincisinin lüzumsuz olduğunu anlıyor gibiydim çünkü ikincisi oldukça boğdu, sıkıştırdı ve patlamaya hazır hale getirdi. Sürekli her cümlenin sonuna yalandan “Ne güzel oldu, aynı eski günlerdeki gibi.” diye iliştiriyorduk. Ben gerilmeye başlamıştım ve bu yüzden dayanamayarak patladım. “Nerde o eski günler? Hiçbir şey eskisi gibi değil.” dememle diğer arkadaşlarım da patlamıştı. Bu klişe lafın bir gün bu kadar önemli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Meğerse herkes birinden bu lafı bekliyor ve ortamı bozmak istemiyormuş. Haliyle ortam da bozulmadı. Sağ yanımda bulunan arkadaşım konuşmaya başladı ve sıra halinde dönerek konuşma bana geliyordu. Hepsi de özel sektörde veya ilginç bir şekilde atanarak öğretmen olmuşlardı. Etrafımda tam olarak 4 öğretmen vardı. Benim öğretmen olmam zordu çünkü bitirdiğim bölümün öğretmenlikle alakası yoktu.

 

           Sıra bana geldiğinde “Neyim ben? Ben… Ben, şeyim.” dedikten sonra üzerimde olan gözler daha da dikkatli bakmaya başlamışlardı. Çayımdan çok büyük bir yudum alarak düşünmek için zaman kazanmaya çalıştım. Bu grubun en çok konuşanı olarak nadiren görülen tutulma olmuştu. Tıkanmış ve verecek cevap bulamamıştım. Arkadaş grubunda sürekli en farklı şeylerle ön plana çıktığım anlar olduğu için bu kimliği de sürdürmek ve en farklısı olmak istiyordum. Yalnız bir sorunumuz var ki ben bunu istediğimde beceremiyorum. O isteğin gelmesiyle de aslında korkmuş ve bu sebeple tutulma yaşamıştım.

 

           Ben gerçekten neydim? İşsizim desem bu sıfatı kullanan o kadar çok insan var ki bir farkındalık oluşturamayacağım. İstatistiklere falan bakmayın kardeşim, şu anda askerliği uzatmak maksadıyla yüksek lisans öğrencisi gözüktüğüm için öğrenci sayılarak işsizler arasında sayılmıyorum. Böylece oran düşüyor. Bunu üniversitede öğrenmiştim. Bu kadar çok üniversite açılarak öğrenci olmanın da bu kadar kolay olmasının altında birçok sebep vardır. Üniversitelerin artmasının işsizlik oranında gerçekleşen sapmaya büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple üniversite artışının sebepleri arasında işsizlik oranının önemli bir rol oynadığı kanaatindeyim. Öğrenci sıfatı taşıyanlar işsizlik oranına eklenmez.

 

           Neyse, ne diyordum? Neyim ben? Öğrenciyim desem beni en son gördüklerinde de öğrenciydim. Ayrıca az önce de söyledim üniversite kazanmak, öğrenci olmak o kadar kolay oldu ki milyonlarca öğrenci var. Ne geçmişle ne de toplumla aramda bir farkım olmayacak. Öğrenci olmak da maalesef bu zamanda oldukça zor bir hale geldi. Eskiden makarna yiyen öğrenci üst sınıf bir öğrenciydi. Bu sınıf ayrımının sadece A, B, C, D… diye ve bölüm isimleriyle olmasını isterdim ama maalesef biz bunlarla yetinecek insanlar değiliz. Şimdi karton bardaktan makarnanın bilmem kaç katı fiyatına kahve içmezsen üst sınıflarda olamıyorsun. Bu durumda öğrenciyi suçlamak ahmaklık olur. Öğrenci de olduğu ortamda iyi bir konumda olduğunu göstermek ve kendisini kanıtlamak için bunlara mecbur ayak uydurmak zorunda kalıyor. Başarının ve liyakatin olmadığı bir sistemde sadece derslerinde en başarılı olmasıyla o üst diye bahsedilen sınıfa erişemiyor. Okulunun, bölümünün nereyse artık en iyisi olsun istediği kadar dilinden salyalar akarak bir kodamanın ayaklarına salyalarını akıtmıyorsa işsiz kalacak. Olduğu ortamın en başarısızı da pahalı bir takım elbiseyle insanları azarlarken karşısında olacak. Ne kadar üzücü desem üzüntüyü ölçeklendirecek bir şeyimiz yok ama inanıyorum bu üzüntünün farkında olan insan sayısı fazladır. Sadece ağlamaktan konuşamaz hale gelmişlerdir.

 

           Neyse, boğuldum. Ne diyordum? Neyim ben? Doğa aşığı bir insanım mı desem? Doğayı seviyorum, doğayla iç içeyim, doğayı korumaya çalışıyorum gibi laflar da ederim. Hangi doğa diye cevap verirlerse ne diyeceğim? Yanan ormanların yeniden yeşilleneceği sözünü alıp birkaç yıl sonra sessizce dikilen otelleri mi savunuyorsun, derlerse ne diyeceğim? Kanun öyle diyor mu diyeyim. Diyemem. Depremle yerle bir olan gökdelenlerin kaç ağacın ve kaç insanın hayatına sebep olduğunu söyleyemem. Sayısını telaffuz edecek matematiğim de yetmez. Ne farkım var ki artık o ağaçlardan? Ben de kesildim ve yerime istedikleri şeyi koydular. İstedikleri zaman da yerle bir edilebilme özelliğim var.

 

           Neyse, ürperdim. Neyim ben? Hayvan sever mi desem? Onları koruyamıyorum ki… Ne farkım var ki onlardan? Onlar da benim gibi insanlara karşı ne hakkını arayabiliyor ne de kendini koruyabiliyor. Birbirlerine karşı savaşsalar da insanlara her zaman yenik düşüyorlar. Acımasız ve korkunç olan hayvanlar mı yoksa insanlar mı?

 

           Neyse, kendimden tiksindim. Ne olayım ben? Kadın haklarını savunan ve bunun için mücadele eden birisiyim mi desem? Buna nasıl inandırayım ki? Kadına şiddetin yanlış olduğunu anlatan diziler uyarı alırken kadına şiddetin yer aldığı ve bu normal bir şeymiş gibi gösterilen diziler reyting rekorları kırıyor. Yıllar öncesinde 180 karaktere anlatmakla ve kınamakla bunların çözülmeyeceğini birçok kişi gibi ben de söyledim. Söylediğimiz gibi de oldu. Çözülmedi ve unutuldu. Ne farkım kaldı ki herkesten? Haberlere konu bile olamıyor. Haber oluyorsa da prompterde yazanı okudukları için öyle bir anlatılıyor ki utanmasalar katile çiçek verecekler. Kimsenin ağzı, dili, gözü, kulağı kalmamış. Birilerinin parmaklarını yalayarak para saydığı dilleri ne derse onu konuşmak zorunda kalıyorlar. Birkaç yıl öncesi gibi cinayetler olmuyor mu? Her şey normale döndü mü yoksa anormal olanları normalleştirdik mi?

 

           Neyse, gerildim. Ne diyordum ya ben? Neyim ben? Yazarım mı desem? Bu sanata büyük haksızlık olabilir. Kendimi yazar olarak hiç hissedemedim çünkü çok daha iyilerini okuyorum. Yazarlık değil de derdimi, sıkıntımı anlatmaya çalışırken kafama göre takılıyorum. Sanatçıyım desem ne farkım olacak ki çok takipçisi var diye sanatı bitirenler de aynı şeyi söylüyorlar. Neyse ki sanatın ve sanatçının gerçek olduğu bir dünyada sanat yapmaya çalışıyoruz. Bunu okuyorsanız siz de bu yüzden şanslısınız. İyi ki varsın, Bu Bi’ Sanat!

 

           Neyse, ne diyeyim de farklı olayım ki?

 

           Arkadaşım, ağzın mı yandı, dedi. O an hâlâ şey olarak kaldığımı fark ettim. Bir cevap vermem gerekiyordu ve her zaman olduğu gibi sadece içimden ne geliyorsa onu konuşayım diye karar verdim. Farklı olmayı başaramamıştım.

 

           “Ben işsizim ama o bildiğiniz işsizlerden değilim. İşsiz olmama rağmen işsizlik oranı içinde değilim ve istihdam ediliyor olarak da görünmüyorum. Bir yerim yok ve bir hiçim TÜİK için. Aslında resmi olarak yüksek lisans öğrencisiyim de askerliği uzatma amaçlı başladım. Derslere gidemediğim için tam bir öğrenci sayılmam yani bu sebeple de o bildiğiniz öğrencilerden değilim. Doğayı seviyorum diye atıp tutan ama bunun için hiçbir şey yapmayan insanlardan farkım; doğayı seviyorum ve doğa için bir şeyler yapamayan birisiyim. Kolum o kadar uzamadı. Hayvan severim, bilirsiniz onlar kendilerini koruyamaz. Aslında ben de bir hayvanım. Ben de onları koruyamıyorum. Bir hayvanı korumayı becersem bile binlercesini kaybediyoruz. Hayvanlar bize yeterken biz onlar için yetersiziz. Kadın hakları falan diyeceğim de diyemiyorum. Ne yapıyoruz ki sanki? Bir şeyler yaz, kına ama arkasından unut… Bu benim işim mi yoksa senin mi diye tartışıyoruz. Bu tartışmada cinsiyetimizin de bir önemi yok. Her ikimiz de sadece kınıyoruz laflarımızla ama uygulamaya gelince yokuz. Ayrışmadan zevk alan bir hale bürünmüşüz. Yazmaya çalışıyorum, sanatla ilgileniyorum desem sanatın ne olduğunu bile unuttuk değil mi? Sanata dair her şeyi uzaklaştırıyorlar. Onlar uzaklaştırmasa da biz sözde “yeni dünya” dedikleri bu zamanda sanata bir adım bile atmıyoruz. Sanata bir adım atmak için en kolay yöntem olan okumaktan bile aciz insanlar haline geldik. Buraya kadar okuyan herkesi tebrik ederim. Az kaldı. :) Sanatı unuttuğumuz gibi her şeyi de unutuyoruz. Kolayca unutuyoruz. Toplum olarak büyük bir hafıza kaybı yaşıyoruz. Tedavi olmamız gerekiyor ama bunun için de kabul etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Maalesef bunu öğrenmek için bile tedavi gerekiyor olabilir. Ben… Hayallerimi anlatmama gerek yok defalarca anlattım. Hayallerimden birisi de olabilirim. Bunların hepsiyim ya da hiçbirisiyim. Farklı falan değilim ve olamam da çünkü hepimiz aynıyız. Ben, insan olmaya çalışan bir varlığım. Bundan ötesi de olamam ve hiçbirimiz insan değiliz ama siz bunu söyleyem… Çayı ne ara tazelediniz ya ağzım yandı.”