Başkahraman zorba ile, yolda tanıştığı aynı zamanda kitabın anlatıcısı rolünü de üstlenen yazar arasındaki kesişmeden başlıyor konu.
Zorbanın direnişini, başkaldırışını, kendi küçük dünyasında yaşamayı nasıl da bildiğini ve ukalalık etmeden öğretmeye de hazır olduğunu okuyoruz. Okurken kendimden pay biçtiğim çok oldu, zorbanın deli dolu halleri salt ruhumda huzur ve gerçek hissini ayyuka çıkardı. Sanki biz bütün insanlar bir oyunun parçasıydık da zorba bizden başka bir deniz kenarında içkisini içiyor ve kadınları düşünüyordu.
Kadınlar demişken bir parantez açmam gerekiyor (zorbanın kadınlar hakkındaki düşüncesine kesinlikle katılmıyorum ama dünyada yaşayan milyonlarca fikirden biri ve salt bu düşünce için kitabı ya da zorba karakterini da kötü addedemeyeceğim.).
Bu arada şunu da belirtmeliyim: Zorba gerçek bir karakter. Yazar Kazancakis'in bizzat tanıştığı, hatta hayatını çok etkilediğini söylediği bir insan, bunu bilmek de bambaşka bir his kazandırıyor bana. Dünyaya bakış açısı, saf iyilik değil, hem iyilik hem kötülük hem siyah hem beyaz, yani gerçekliğini her zerremizde hissettiğimiz bir karakter. Sirtaki oynadıkları bölüm de bambaşka etkilemiştir beni. Hülasa canı gönülden okuyun, okutun diyebileceğim, akıcı, bir çırpıda biten ve bitmekle de bitmeyip zorbanın yaşam felsefesini yaşatan bir kitap
Birkaç alıntı_:

"Her insanın kendi deliliği vardır. Bana öyle geliyor ki en büyük delilik, bir deliliğe sahip olmamaktır."
"İnsan bir ağaç gibidir. Neden kiraz vermiyor diye incir ağacını hiç azarladığın oldu mu?"
"Özgür değilsin, senin bağlı bulunduğun ip öbür insanların bağlı olduğu ipten daha uzun, hepsi bu kadar."
Sunturunu duyuyorum zorbanın, her esişinde rüzgar...