Geçen Virgül'ü gördüm yolda,

Bitmiyor beyim diyordu cümleler,

en ufak şeyde de çağırıyorlar en uzun tümceleri bağlarken de.

Avuçlarını tuttu önüme bağlamaktan nasırlaşmış avuçlarını.

Hele şu şairler yok mu dedi

Hangileri dedim

Şu satırların sonunu boş bırakanlar dedi.

Ne olmuş onlara diye sordum, yormazlar dedi

kondurmazlar zırt bırt dedi.

Yüzüne baktım biraz kilo almış ayakları incecik sersemlemiş biraz da.

Nerden mi anladım şu şairlerinden.

Bitirmezler cümleyi yarım bırakmazlar virgülle de niçin?

Tamamlanacantır da onu bekliyordur.

Karşı kaldırıma geçti bir dükkanın vitrinlerine baktı durdu,

yıpranmış sağ elini havaya kaldırdı,

Hoşça kal dedi.

Yürüdüm, biraz ileride kıyı vardı kıyıya vuran dalgalar vardı.

El kaldırıyordu dalgalar kıyıya vuruyorlardı hem de tebessüm ediyorlardı tıpkı sopanın kilimi dövmesi gibi sopa tozları kovuyordu dalgalar kıyıya vuran insanları.

Bir banka oturmuş Üç Nokta'yı gördüm,

suskundu hep bitmemiş işleri vardı...

Yanına vardım başını saklıyordu sanki

Hayrola dedim gözlerime baktı o bulanık gözleriyle

yanağını izleyen göz yaşı akarsuları vardı boğazına doğru düşen sonra dökülen.

Ağlıyordu da niçin?

Küçüktü daha, ilkokulu bitirmeye az kalmış.

Dizine baktım kanamıştı bunun için mi dedim.

Yanında dev gibiydim gözlerini dizine çevirdi işaret parmağıyla bu yaranın havzasını çizdi kırmızı bir su değmişti parmağının ucuna, sonra tebessüm etti.

Noldu dedim.

Yağmur dedi iyi ki kırmızı yağmıyor dedi, o zaman daha çok ağlardım dedi.

Utandı, ayağa kalktım bakkaldan bir paket yara bandı aldım,

yanına döndüm paketi aldı içinden bir tane

çıkardı

kutuyu tekrar uzatırken yaranın üstünü örtmeye çalıştı.

Sende kalsın dedim,

olmaz dedi ciddi bir sesle başkalarının da yarası vardır dedi.

Birini çıkardım paketten kesik izi duran parmağıma sardım.

Gülümsedi,

acımıyor mu dedi.

Hissizleşmişim, yara bandını görünce sarılabileceğini öğrendim

dedim içimden.

Üzülme dedim,

geçer gider dedim o da herkes ve her şey gibi.

Üzülmüyorum dedi ama...

Ama dedim dizine yaranın üstüne dokundu,

yara bandı sarmıştı yarasını bir daha düşersem dedi.

Olsun dedim, bir daha düşeceksin diye yürümeyi bırakacak mısın dedim.

Yoo dedi, çok acıtıyor dedi,

o da geçiyor dedim.

Hava kararmıştı rüzgâr kumları savuruyor ezan okunuyordu.

Elimden tutu nereye diye sormadım,

kalktı peşinden götürdü.

Ses yaklaşıyordu, güvercinler karanlıkta yem arıyordu bir elimi tutarken bir eliyle de çalıların oraya sakladığı yemliği çıkardı

sağ eliyle

serpmeye başladı.

Sen unutur musun dedim

neyi dedi

bir şeyi işte

hangi şeyi

yemleri dedim,

sakladığın yeri unutursan güvercinler aç kalırlar dedim,

unutur musun?

Yok dedi, hep buraya saklıyorum dedi,

kimse de bilmiyor.

Gülümsedim, sen söyler misin dedi.

Alırsam kızar mısın dedim,

ne yaparsın alıp dedi

başka kuşlara veririm dedim, olsun dedi

onlar acıkmışlarsa yenisini alır mısın dedi,

iki gözümü bir kaç kez yumup açtım.

Biraz daha çekiştirdi,

buranın altı dedi,

duvarın üç adım aşağısı dedi,

adımlarımıza baktım

ayakkabılarımı giyersin diyordu galiba,

yoksa...

adımlarımız bir olur dedi, ama öyle değildi ki.

Öğrenmem gerekirdi çocuk gibi adım atmayı.

Sana kim öğretti dedi

öyle

büyük adım atmayı,

sustum, söylenemedim.

Ezanın sesi geliyordu,

güvercinlerin etrafını dolaştık camiinin önün de bir yere oturdu.

Sen güvercinlerin hepsini tanır mısın dedim.

yok dedi

İsimlerini saydı,

tanıyorum dedi, çok benziyorlar dedi.

sesleri de benziyor mu dedim

benziyor dedi, aynı.

Bu sesler de güvercin gibi benzerler dedim.

Farkettim de yürüyordu hatta koşuyordu

unutmuştu bile yarasını

tekrar ayağa kalkmıştı,

bazen bitmemek güzel dedi

nasıl dedim

yemlerim hiç bitmez ki ama hep atarım dedi.

Gözlerine baktım gülümsedim,

yemlerin yerini başka bilenler de vardı.

-22/07/17