Böyle biten bir gece

Akşam ne yediğimi hatırlamadığım bir günün gecesi. Gökyüzü, bulutlarla kaplı. Çevrelerindeki altın halkaları ile sadece ay ve demir kazık dedikleri yıldız eşlik ediyor geceye. Rüzgâr da yok. Yeni bir dünya aramaya gitti. Ve ben, dünya ile başbaşayım. Bazen bir ovada bazen de dağ doruklarında. Gün doğup, yeniden kalabalıklaşmadan dünya, ben hatırlamalıydım, akşam ne yediğimi.


Rüzgâr'ın bir oyunu sanki

Bitmek bilmeyen, bitmesini istemediğim o gece, belli belirsiz dışsal bir ses, ensemde ki bir nefes gibi kulaklarımda hissettirdi kendini. Daha sonra, giderek yaklaşmakta olan bir bedene bürünmeye başladı. Beynim, üst üste doluşan deli sorularla boğuşuyor, kalbim ise ne kaçabiliyor ne durabiliyor. Gezegende yalnız olduğumu bilmesem, saklanır ya da kaçarım belki. Belki de hiç çıkmadım evden. Oysa şimdi eski köy kalıntılarının bulunduğu bir yaylada ki mezarlıktayım. O an, beni hayatta tutan tek şey, "acaba bu, rüzgârın bir oyunu mu" sorusu sanki.



O, son birayı, içmeyecektim


Kendime, sesli bir şekilde sorular soruyor, ve yine sesli bir şekilde, yanıtlıyordum kendimi. Ne önemi vardı akşam ne yediğimi hatırlamanın ya da hatırlamamanın sanki. Bunun için gelinirmiydi buralara. Tam bu sırada, başka bir ses daha belirdi. Belirgin ve anlaşılır şekilde, mantı ve salata var diyordu. O sırada diğeri, birden yanımda belirdi. Beni boğacakmış gibi boğazıma yaklaşmakta olan elini gördüğümde nefesim tutuldu. Eli, omuzuma dokunduğu anda; yeter oğlum, çok içtik, onu sonra içersin. dedi ve ben, çığlık atmaya başladım. Kendime geldiğimde, odamın kapısını aralamış, eli lamba anahtarının üzerindeki annemle, eş zamanlı çığlık atıyorduk.