Hava sıcaklığının insanı adeta nefessiz bıraktığı bir günde, fındık harmanının dibinde oturmuş ‘bekçilik’ yapıyordu. Sırtında biraz önceden arta kalan bir miktar ter vardı. Üzerindeki tişört hafif ıslaktı. Harmanın hemen sol alt kısmında, dut ağacının dibinde bulunan kamelyada bekliyordu. Bir yerlerden çocuk sesleri duyuldu. Sonra bir traktörün sesi kulakları tırmaladı. Biraz sonra bir horozun ötüşü geldi çok da uzak olmayan bir yerlerden. Horozun susmasının ardından hiç ama hiç sevmediği bir sesi işitti. ‘Patpat’ sesi. (Lombardin de derler.) Bu sesten eskiden beri nefret ederdi. Evi, hemen yolun kenarcığında olduğu için yoldan geçen patpatlar fena halde rahatsız ediciydi. “Ah be dede, ne vardı şu evi yoldan biraz uzak yaptıraydın” diye sık sık içinden geçirirdi. Ama ne fayda.
Akşamları havanın çok sıcak olduğu zamanlarda evin camlarını açmak mecburiydi. Televizyonda hoşuna giden bir şey varsa patpatlar adeta inatla o yoldan geçerdi. Patpat yaklaşık bir, bilemedin bir buçuk dakika boyunca televizyonun sesini keser, insanı çıldırtırcasına bir ses çıkarırdı. Traktör de izlenen şeyin sesini bastırırdı, araba da ama onlar en azından daha hızlı geçerdi. Bu, pek de kullanışlı olmayan aracı icat edene küfretmişliği de çoktur.