Kim kurdu kuruntuları içimize?

Hiç şaşmıyor vakti de, yeri de...

Şüphe kurdu düşmüş gövdemize;

Kemiriyor içten içe varlığımızı.

Büyük muammalarda sürükleniyor ruhumuz.

İşlenmemiş, ham halimiz akıntıya kapıldı,

Son durağı kestirmek ne mümkün.

Bir rejim devirecek çarlığımızı!

Değişime ayak uyduramadığında solacak,

Kaçmaya mecali bile olmayacak, iz kalmayacak geride.


Fidan yerini yadırgar toprak kirliyse.

Zaten suçlu hep o değil miydi!

Masumluğunu kanıtlamaya fırsat vermedin

Bu yüzden suçunu üstlendi zaten o toprak;

Hâlâ sorular yükseliyor azalmış kalabalıktan:

"Toprak yalan mı doğuruyor?"

Yanıt gelse de pek anlamazlar dilinden!

Neyse... Cevap aramaya gerek yok.

Ne geldiyse başımıza hep dildeki kuraklıktan,

Arazilerin üstündeki ambargomuzun bahanesi; 'çoraklıktan'


-


Rüzgar eskiyor sanki güçten düştükçe.

Belki de daha büyük bir vurguna kuluçka yatıyor.

Fırtınanın öncesine dem vurulur lal oldu diye,

Fırtınalı akşamların sabahında daha derindir sessizlik;

Gün aydınlandıkça anlarsın ne kaybettiğini,

Gözlerin bile inkar eder kaydettiğini.

Belleğinden çok sonra bir dönüt alırsın,

Uyanmak gerektiğini söyler, fakat vakit geçti bile.

Yıkıntıları sana benzetirsin belli bir zaman

Altında kaldığından habersiz kendini ararsın.


Saplanıp kaldığımız aynı nokta;

Ezberleyemedik de mi öğrenemesek de?

Bir not tutan yok muydu sayfasına baksak.

İnsanlar dört yana dağılmış çil yavrusu misali,

Birlikte yenecektik tüm zorlukları halbuki.

İşte, iniyoruz sorunun kaynağına,

Bizi yutan zehrin suyu oradan gelir:

Bu, her seferinde nükseden bir facia!

Buna ne yürek ne sabır dayanmaz denir,

Geriye bir şey kalmaz zaten;

Onlar da diğerleri gibi bir bir erir.