Saçımı kış başında bir yaprak gibi döken hüznüm
Niye bir türlü savurmaz beni geçmişimden uzağa
Cehennem sonrası bir düzine davul
Derinlerde, erişemediğim kadar derinlerde çalıp
Çatlatıyor, yırtıyor, mahvediyor kulaklarımı
Diyorum ki kendi kendime -aynaya sırtım dönük-
İnsan; dününü bugününe, bugününü yarınına taşıyordur kuşkusuz
Ama ya unutuyor ya da gücü yetmiyor artık ruhunu yüklenmeye
Ben ki -bakmayın, tanımıyorum aslında hiç- boş tarafındayım bardağın artık
Ne kana kana içerim dinginliği
Ne de boğulabilirim yokluğunda
Kader denen hançerle ikiye kesilmiş gibi değil de
Yarım pay düşmüş sanki çok yukarılardan bana
Şüphesiz bu bir şiir değildir, olmazdır böyle şiir
Kim der bunu -şüphesiz ben derim-
Yıldızlı bir gecede mehtabı görmek istemek benimki
Onun kadar tasasız, onun kadar paramparça bulmak kendimi
Ya da bilmek istemek belki hiç doğmamış yerleri
Kendi kendime diyorum bunu -çünkü bulunmadığım her yerdir ''ben''-
Huzura en yakın his, huzursuzluktur
Kana kana içiyorsak eğer
Razıyım bunları söylememiş olmaya
Ama ya bunları düşünmemiş olmak?
Bir kurtçuk gibi kendimi oymaktan bahsedeceğim size
- Evet, şüphesiz sizden öğrendim ben kendimi kemirmeyi-
Çamaşır iplerine fileler asılan zamanlardan bahsedeceğim
Limon gezdirilmiş sokaklardan, suyun kaynaktan aktığı,
Çocukların sokaklarda oynayıp da zamanın dışına çıktığı zamanlardan bahsedeceğim size
Boynuma dolanmış iplerin pamuksu hissiyatından, derime kazınmış harflerin güzelliğinden
Size yemyeşil bir fidan olmamdan bahsedeceğim
Kırılıp kaybolmaya hazır olduğum kadar eski zamanlardan yani
Olmak istediğim şey için
Bana olduğum ben lazımdı
Ama siz -evet, bir engerek dişi gibi kendinize saplı siz-
Ucundan çiçek açmış yaşlı bir mektup gibi
Ölmüş bir yerlerin ortasında bıraktınız beni
Bir kavganın arasında sapsarı bir çimenliktim
Cüsse, heybet, diş sizde
Hançer, bıçak, söz sizde
Üstümde vuruştunuz, üstümde vuruldunuz
Artık bunca ayak izi ve boynuzun içinde
Ne vakit ''ben'' demeye kalksam; dolaysız, öylesine
İçi bomboş söğüt gibi devrilirim gölgeme