Öyle yakışmıyor ki yaşamak kendisine,

Hangi aynaya dönse hep aynı kalabalık

Ve kendini sakınmaya meyilli bir taç utangaçlığı

Nerede onun o güvercin temkinli, kaygısız küçüklüğü

Şurada ırmakta yüzen bir yaprak gibi işte

Kayıyor nefret ettiği bir şeylerin üzerinden,

Elini uzatsa tutacak belki, lakin bu el onun değil

Bu kimin eli diyor, 

Beni bir mektup gibi yakıp rüzgara salan,

Ayağı uğursuz, dostu suratsız, bu ölü el kimindir?


O ki her sabahın ışığını iplerle çekiyor penceresinden

Büsbütün dağıtmak için sisli düşüncelerini,

Bir balıkçı ağı gibi çekiyor sabahı kederine

Yakalanmak için can atarcasına belki,

Balıklaşmış, başkalaşmış şu el çekiyor kendini

Yılgınlıktan, yalnızlıktan doğduğu daha en başından belli, 

Henüz uyanılmış bir düşün yanılgısına çekiyor

Yahu diyor, bu kimin eli?

Beni bir öğle vakti kurşunlara dizdiren, bu kimin ülkesi

Bu kimin havasıdır ciğerimi yakan,

Bu kimin kavgasıdır sırtımda taşıdığım 

Bu kimin mağarası, içinde filozoflar, alimler, zerdüştler varken,

Bir atın boynunu sardırıp hüngür hüngür ağlatan


Dünyanın şerefli olunması imkansız çağında doğmuşum;

Biri çıkıp ne zaman istese tutar kandırır beni,

Yüzünde bir gülücük, yalan bir merhabayla

Yahu sahi bu kimin elidir beni düşümden utandıran?

Beni yabancı bulvarlarda tek başıma bırakıp, 

İçimi dilediğince bir söküp bir onaran


Bir cenazeyi kaptığım gibi toprağa dikiyorum

Filiz verirken de sanki bir şeyler geveliyor

Yattığın yeri mi yadırgadın diyorum

Yok o değil, o daha değil deyip doğruluyor

Koyaraktan elini sakince omzuma

Açıp ağzını bir cehennem kapısı gibi

Altı uçlu hançerini saplıyor ciğerime:

"İnsan doğar, sorular sorar ve ölür"