Saat on ikiyi vurduğunda evinin kapısında dikilmiş o esmer tenli kadını gördüm. Adını bilmiyorum, o da bilmez benim adımı. Hiç karşı karşıya kalmadık. Son bir yıldır merdivenden çıkarken adımlarının seslerini ezberledim. Duyduğum gibi o sesleri koşup yapışırım kapıya, yıllardır sevgilisine hasret kalmış bir adam gibi.

Bir yıl önce bir kasım gününün öğleninde, geç kalmış bir kahvaltıyı tamamlamaya çalışırken bir kamyon sesi pikabımda çalan Ella'ya engel olmaya başlayınca zorla kaldırıp kafamı aşağı doğru baktım. O esmer tenli kadın dikiliyordu kamyonun önünde. Bir şeyler söylüyordu, kendisi bile duymazken sesini. Adamlar eşyalarını taşırken mahallemizi gizli gizli seyrediyordu. Bir adam "Hoş geldiniz, hayırlı olsun." dedi, sessizce teşekkür etti. Başka biri "Yardıma ihtiyaç var mı?" dedi. Bir başkası gereksiz sorular sordu hızlı hızlı. Hepsini güzelce savuşturup uzaklaştırdı. Adamlar bitirince işini, paralarını ödeyip adımlamaya başladı merdivenleri. İşte ilk defa o zaman duydum o hayran bırakan sesleri. Ve aşık oldum bir kadının adımlarının sesine.

Kurak ve eser bir şehrin belki de en güzel yerinde oturuyorduk, en güzel sokağı, en güzel binasında. Ki o esmer tenli kadın geldiğinden beri bu şehir bir fazla anlam kazandı. Şair babanın dizleri çınlar arada kulağımda "Bu şehir güzelse senin yüzünden." Yüzüne okumak istediğim şiirlerden biri de bu. Bir diğeri her sabah uyanır uyanmaz dinlemeye başladığım "İçimden şu zalim şüpheyi kaldır." ki gizli gizli kapısını dinlerken duyarım arada onun da bu şiiri dinlediğini. Yanlışlıkla benim kapımı çalan kuryelerden gördüğüm kadarıyla, her ay bir şiir kitabı alıyor. Hepsi İsmet Özel olamaz ama sonuçsuz tahminlerim bir sonuca bağlanmıyor.

Bir akşam vaktinde bağıra çağıra bir şiir okurken duyduğumda onu, sanırım ya kendi şiiriydi ya da henüz tanışmadığım bir şairin şiiri. "Sen bana neleri hatırlatıyorsun bilemezsin." diye başladı. Bu ilk cümleyi hazmetmem günlerimi aldı. Bir sevdiği vardı çok belli ama hiç evine gelmedi diye avuturdum kendimi. Hatta hiç kimse evine gelmedi. Bu yalnızlığı tanırım derim arada kendi kendime hiç istemesem de. Zamanda kaybolmak bu olsa gerek. Yalnızlığın içerisinde zamanını doldurduğu o adam kimdi öğrenmem gerekiyordu. Hem biraz daha fazla bilgi lazımdı, onunla ilgili bir şiiri daha da anlamlandırmak için.


"O ilk günki miladıdır insanlığın


Ellerin bir bahar hediye etti bu kurak topraklara

Sesinden duyulan şiirler Tanrı'nın sesinden

Mucizevi bir Cennet haberini almak gibi

Elbet kavuşacak kelimelerimiz bir kağıtta

Resmi kabul edilecek mutluluğun


Taze sabahlarda adımlarını duyunca

Esip gelir bütün aşklar ellerime

Nazende bir cümle dilimde yer eder

Lacivertler gömleğimle kapının arkasında

İlk aşık adam gibi cesaret edemiyorum itirafa


Kalbim haykırsa da bu sevgiyi

Adını bilmediğim bir kadına nasıl söylenir

Dört mevsimden en çok sana bahar açan

Ilık yağmurlar altında bir senin için ıslanan bir adam

Nasıl anlatılır adımlarının sesine aşık olmayı"


Pazar günleri hariç her sabah yedide evden çıkar, akşam altıda evine geri gelirdi. Bir pazartesi günü ilk kez girdim evine gizlice. Fark etmesin evine girdiğimi diye parmaklarımın ucunda yürürdüm. Hiç dokunmadım eşyalarına, sadece saatlerce izledim, o yeni sıkılmış parfümünü çektim içime, içimde istemsiz sıcak bir pazar günü yaratırdı bu his. Bir odanın kapısı her seferinde kilitliydi. O kapının ardındaydı bütün giz. Günlerce bekledim o kapıyı açık bırakmasını. Bir gün girdiğimde evine ilk defa bu kadar dağınıktı evi. Dün gece bir ağrı fazla gelmiş gibiydi ona. Seni bir insan nasıl üzer, nasıl olur da yalnız bırakır diye hırslanırken o odanın kapısı açıktı. Adımlarım korkak olsa da takip etti yolu. Kocaman bir masa karşıladı odanın girişinde. Üzerinde bir sürü kitap, yalnız bir defter ve bir de o birinin resmi. Aylardır sakladığım şüpheler saçıldı yere. Bir sızı başladı sol tarafımda. Göz yazım düşecek olunca yerlere, fazla durmadan çıktım evinden gerekli bilgiyi de öğrenerek.

Bir pazar sabahı yine güzel bir şiir duyulurken yan taraftan hazırlanıp çıkmak için hazırdım bir yolculuğa ki biliyordum bu yolcuğun sonu başka birine bir yolculuk demek olacaktı. Ya bir ölüm daha seslenecekti uzaklarda bir camide ya da bir kır bahçesinde bir sevinç seslenecekti benden ve o esmer kadından. Bir gün sonra döndüm evime, tam da gittiğim saatte. O gün evine giremedim, hatta balkonumdaki koltuktan kalkamadım. O akşam eve gelmeyeceğini biliyordum. Beklemedim duymayı adımlarının sesini. Hiç tanımadığım birini ilk defa bu kadar özledim, bütün o sevmelerim bir yana bu özlem daha bir ağırdı. Tam bir hafta geçti yokluğunda. Her gün yeni bir cehennem sabahıyla başlayıp yine en sıcak yangınlarla son buldu. Tekrar tekrar okuyordum yazdığın şiirleri. Ya yanlış anladıysam diye şüphe bir karanlık gibi çöküyordu aklıma. Ama olamaz, ben usta bir şairim, bilirim kelimelerin dilini. Yapamadığını ben gerçekleştirdim senin için, bizim için.

Saat on ikiyi vurduğunda evinin kapısında o esmer kadını gördüm. Adını bilmiyorum, o da bilmez benim adımı. Hiç karşı karşıya kalmadık. Son bir yıldır merdivenden çıkarken adımlarının seslerini ezberledim. Duyduğum gibi o sesleri koşup yapışırım kapıya, yıllardır sevgilisine hasret kalmış bir adam gibi. Bu sefer adımların sesi bir hüzün anlatıyordu. İçime çöken bu hüzün yüz yıl yıkansa çıkmayacak bir leke gibi. Aynanın karşısında günlerce sürecek bir hayalin habercisiydi bu. Yüzündeki bahar solmuş, ellerini parlaklığı terk etmiş bir haftada ve tek sebebi benim. Siyah elbisesi bütün geceyi sönük bırakıyordu. Kapıyı açmak için elleri gitmiyordu, hareketsiz duruyordu. Kapıyı açıp sarılmayı düşündüm bir saniye, o an bitmeden benim kapıma doğru döndü. Gözlerindeki kızıllık bir ömür boyu oraya hapsolacak gibiydi. Ömrümün sonuna gelmiştim. Arkamdaki pencereden Azrail adımlamaya başlamıştı evimi. Kımıldamadan bir kapı yüzüme binlerce kez çarpıyor gibiydi. Yaklaştı iyice kapıya o esmer tenli kadın. Bir cümle söylüyordu tekrar tekrar, yaklaştıkça anladım, bana değil Cennet'e sesleniyordu. Oraya mutlu bir haber, bana binlerce yıl sürecek bir ölümü hediye etti. Her yedi katlı gökyüzünü gördüğümde bir masum bülbülü öldürmüş gibi saplanıyor yüreğime acılar.

Bir daha onu hiç görmedim, bir daha hiç o adımlarının sesini duymadım. Yalnızca söylediği son cümle kaldı ve her saniye tekrarlanıp ölmeden öldüren bir zamana hapsetti beni. Oysa ben iyi anlardım kelimelerin dilinden.

"Sen bana kavruk tenime yakışmayan hüzne inat hüma kuşunu hatırlatıyorsun."


01.23

09.11.2021