Giderken elinden düşürdüğü notun ardından bir kez geriye bakmış, soluksuz yürümüştü. Üzerinde bezgin bir çökkünlük, gözlerinde uykusuzluğun verdiği sersemlik vardı. Kim bilir kaç gece uyumamıştı. Tüm herkesin dikkatini üzerine çekerek endişeye büyük bir yer verdiğini kabullenmiş bir cesaretle almıştı bu kararı. O da kabul ediyordu, üstlenmek güçtü. Sorumluluğu üstlenmekse en ağırı, en çekilmezi… Ve bir gün hesap vereceğini bile bile tereddütsüz gidişi dünden istemişti.

Yokluğunda her şeyin yerinden oynayacağını, tüm taşların yeniden dizileceğini düşünüyordu. Oysa ardından her şey yerli yerinde kalmış, tüm izlerin peşine düşülmüş, bir delil olarak tavır takınır gibi incelemeye alınmıştı izler. Hesabında yoktu tüm bunlar, temiz olacağını düşünerek, kim bilir kimlerden helallik isteyerek tek gecede karar vermişti de bu girişimde bulunmuştu.

Şimdi tüm bunların muhatabı yok, geriye yazıp çizilen birkaç defterlik yazıdan, üç ciltlik kitaptan başka. Kimseler bir şey biliyor mu diye sorulduğunda bir ses çıkmamış, âdeta ölüm kabullenişi dünden gerçekleşmişti. Meğer herkesler biliyormuş da kimseler karşı gelmemiş. Bu tatsız durum, tüm insanlığı ilgilendiren, sokaktan geçen bir yabancıdan daha sorulacak birkaç soruyla bile cevaplandırılacak kadar insanın içinden, insanın en derinlerinden insansı bir şeydi. İnsandan kopmadıkça insandan ayrı tutularak muhakeme edilmesi güç, tüm insani değerlerden yoksun bir kararı edinmek elzemdi.

Sokakta yanımızdan teğet geçen insanların dahi sorguya çekildiği bir insanlık meselesiydi bu ikirciklilik, özünde. Çünkü günler öncesinden gidişinin adını koyarken, “Hiç yok olmayacakmışçasına tüm insanlığın nefesini boğazımda taşıyorum, sonsuzluğa ve yok olmaya…” diyerek bir not bırakmıştı ardında. Kimler kabul eder bu yüklenişi bilmiyorum, birilerinin kolayına geleceği, savunmaya geçecekleriydi tek bildiğim.

Tüm insanlığın kararsızlığından arınarak hiç çekinmeden alınmış bir kararın gerçekleştirilmekten kaçınılmadığı ortadaydı, gidişinden geriye kalan birkaç anının arasındaki ona dair bu düşünce. Onu hep öyle bilirdik. Köşeleri vardı, yaklaşmaya kalkıştığınızda sivrilerek canınızı acıtan kalın bir zırhtı âdeta bu. Tok laflı, yeri gelince masaya yumruğunu vurur, sözünü hiç sakınmadan bildiğini okuyarak her düşündüğünü söylerdi. Birçok insan kaybetti bu yönüyle, birçoğunu da kazandı. Kendince esaslı gruptandı onlar, asıl zararın yakınındakilerden geleceğini bilmeden.

Her açık sözü kabullenen bir yapısı var diye bilinebilirdi, normal… Karşısındakinin iki dudağının arasından çıkan sert sözü kulakları işitince önce omzunda yumuşatır, ardından sırtlanabileceği kadar sertlikteki artakalan sözlere cevap verirdi. Dışarıdan bakınca yumuşak başlı, uysal, konuşurken bir parça mütevazı görünüyordu, oysa yanına yaklaştığımızda avına dişini geçirmek üzere olan, sert mizaçlı, kırmızı çizgilerinden ödün vermeyen, duvarlı bir yapıya sahipti.

İkircikliydi, çokça net ifadeleri olsa da geceleri yatağa başını koyduğunda gün boyunca yaşadığı her şeyin, işittiği her sözün detaylarına kadar düşünen, her ihtimali değerlendiren, kendince geri planda duran asıl kişiliğine göre karar veren, saplantılı, kendini manipüle etmeyi alışkanlık edinen bir manyaktı.

Farkındayım, gidişinin ardından söylemekten sakındığım her sözümün pervasızca onu anlattığının…