Merhaba! Şu anda ismimin sizin için hiçbir önemi yok. Bu yüzden ismimi bilseniz de bir önemi olmayacak. Yine de ismimi çok merak eden olursa kendimi tanıttıktan sonra en sonunda ismimi açıklayacağım.


Ben, yıllarca itilip kakılan birisiyim. Ne kadar itilsem de çürümüş omurgalarıma rağmen dik durmayı beceriyorum. Benim omurgalarımın çürümesine sebep olanlar fıtık olmuşlar. Belki de fıtık olmayı bahane ettikleri için sırtımda odunlar taşıdım. Fıtığı olanlar eşeğe binerek önden gittiler. Benim belimi büken odunlar sırtımdayken de başım dik durabiliyorum. Bunlara rağmen kahvehanenin tahta sandalyelerinde organlarını çürütenlerin önünden geçerken başımı eğerdim. Yüzüme bakmazlardı onlar ama yüzümü görürlerse namussuz olarak ilan edeceklerdi. Ben, o çürümüş beyinlerin laflarına maruz kalmayın diye kahvehanenin önünde başını eğerek geçmek zorunda olan kadınım.


Ben, evden markete özel ihtiyaçlarım için gitmek istediğimde ilk defa yurt dışına çıkan bir vatandaş gibi birçok kişiden onay almak zorunda olan kişiyim. Evde bulunan herkese tek tek markete gitmem gerektiğini söyledikten sonra niçin gitmem gerektiğine, hangi yoldan gideceğime, ne hızla gidip geleceğime, hangi markete gideceğime ve markette çalışan kişilerin kim olduklarına dair sorulara cevap veren kişiyim. Ailemdeki bireyler bana güvenirler ve beni çok severler. Bu sevgiden dolayı da elbette zarar görmemi istemiyorlar. Ben, ailesinin güvenini kazanan ancak sokaktaki güvensizlik nedeniyle eve hapsolan kadınım.


Sokakta yürürken kulaklığımı takarak son ses müzik dinlemekten korkarak yürüyen birisiyim. Sokakta beni gördükten sonra bir şey söylemek isterseniz ve kulağımda kulaklık varsa tuhaf hareketler yaparak kulaklığımı çıkarma talimatları vermenize gerek yok. Kulaklığım kulağımda olsa da o müzik sesi çok az çıkıyor. Dünyanın sesini kısmayı hiç beceremedim. Arkamdan gelecek ayak sesini duyamam diye müziğimi açamadım. Köşelerden benim elimdeki poşet bile olmak isteyen sesleri duyamam diye kulaklarımı açtım. Ben sokakta keyifle yürümekten korkan kadınım.


Ben, erkek kardeşlerimle bahçede futbol oynamayı öğrenmiş birisiyim. Ofsayt kelimesinin ne anlama geldiğini de biliyorum. Dedemden kalan eski radyoyu haftada bir tamir ederek büyüdüm. Bahçemizin etrafına taş duvar örülürken kucağımda taş taşıdım. Sonra çalışanlar acıktığı için hamur açtım. Ben, elinin hamuruyla karışılmayacak işlerinizi elimin hamuruyla yapabilen kadınım.


Birçok kitap okudum. Bazı zamanlar bir şeyler yazdım. Yazdıklarımı saklamak zorunda kaldım. Duygularımı konuşarak ifade edememem yetmez gibi yazarak da anlatsam suç olmasından korktum. Yazım güzeldir ama yazdıklarım o kadar güzel olmayabilir. Belirli bir yaştan sonra okulda olmamam gerektiğini düşünenler olduğu için eğitim hayatım bitti. Bu sebeple benim yazdıklarım da çok güzel olmayabilir. İlkokuldayken hayalim yazar olmaktı. Ben okumayı, imza atmayı, yazmayı öğrendikten sonra yazar olmak hayallerini bir cümleye sığdırarak bir kâğıda bırakmak zorunda kalan kadınım.


Komik olan her şeyi, herkes gibi çok severim. Bu yüzden komedi filmleri veya komedi dizileri olduğunda eğer kumandanın sahipleri o kanalı açmışsa ben de izlemeye çalışırım. Hiçbir zaman bir filmi veya diziyi tamamen izleyemedim. Bulaşıklar bitti, çay başladı; çaylar bitti, meyve servisi başladı. Tek başıma restoran işletmiyordum. Evin kızıydım. Ben, “Kadın dediğin kahkaha atamaz!” diyenler, o komik şeylere kahkaha atarken annesiyle göz göze gelerek içinden kahkahalar atan kadınım.


Dizilerde göz göze bakışan âşıklara çok özendim. Sarıldıklarında neler hissettiklerini yastığıma sarılarak hissetmeye çalıştım. Yastığıma sarıldığımda hissettiğim şeylerden daha fazla şeyler hissettiklerine ihtimal verdiğimde kıskandım. O dizilerin sonunda o aşkla bakan kadınların aldatılmalarını, intihar etmelerini, şiddet görmelerini gördüğüm için göz göze gelmekten, sarılmaktan, âşık olmaktan korkan kadınım.


Telefonumdan yansıyan ışık görülmesin diye yorganın altına girerek Youtube uygulamasından makyaj videoları izledim. Makyaj yapmadan da yaşayabiliyordum ama küçükken oje istediğimde tırnaklarım kesilmişti. O günden sonra tırnaklarımı hiç uzatmadım. Güzel görünmek için de makyaj yapıldığını görebilmek için ve istediği kadar makyaj yapan birisi sonrasında nasıl görünüyor diye merakla o videoları izledim. Ben, makyajı sadece yüzümdeki morlukları kapatmak için yapan kadınım.


Çoğu kadın gibi alışveriş yapmayı çok severim. Yeni kıyafetlere sahip olmak ve giydiğim her kıyafetle başka bir insan gibi olmak isterim. Yeni kıyafetlere sahip olabilsem de her kıyafetle başka bir insan olmayı beceremiyorum. Kıyafetlerimin standartları oluyor. Ben, toplumun seçtiği kıyafetleri giymek zorunda olan kadınım.


Elbette her ev, temiz olmalıdır. Evimin temiz olması için çektiğim emek zoruma gitmedi. Evimin maddi gelirine katkı sağlamak için evlere temizliğe gideyim dediğimde yalnız başına yabancı evlere girmemem gerektiğini söylediler. Ekmek getirmek değil, ekmek yapmam gerektiğini duydum. Ben, kendi evine hizmetçilik yaparken meslek olarak hizmetçi olamayan kadınım.


Öğretmen, hâkim, avukat, doktor, memur, öğrenci olmak isterken anne olmaktan başka bir seçeneğim yoktu. Anne oldum. Evladımı yetiştiğim gibi yetiştirmedim. Evladıma doğruyu, yanlışı öğreterek öğretmen oldum. Adaleti öğreterek hâkim oldum. Evladımla haklıyı haksızı ayırt ederek avukat oldum. Evladım düştüğünde yarasını öperek iyileştirdiğimde doktor oldum. Eve para getiremesem de paranın nerede, nasıl harcanacağını; evin eksiklerini, evladımın eksiklerini liste yaparken memur oldum. Evladımı okuttum. O okudukça öğrendim. Evladımın öğrencisi oldum. Ben, anne olmaya zorlandığım dünyanızda da olsam her mesleği yapabilecek kadar güçlü olan kadınım.


8 Mart tarihi geldiğinde duyar kasmak isteyenlerin sahte paylaşımlarıyla değer gördüğümü hissediyorum. Delikanlılar! Delikanlı olmak; elde tespihle sokakta namus bekçiliği yaptığını zannetmek değil, her günü 8 Mart gibi hissettirebilmektir. Ben, 8 Mart günü sahteliklerin arkasına sığınmış, bir değer görebilmek için 364 gün fiziksel ve psikolojik şiddet görmeye mecbur bırakılan kadınım.  


Libidolarına hakim olamayan bir toplumun içinde yaşadığımı kabul ediyorum. Bunu kabullenmek acı değil mi? Instagram hesaplarında gezdiği, gördüğü yerleri paylaşanları, arabalarının önünde poz verenleri kıskanıyorum. Ben, bir gün tecavüze uğradıktan sonra öldürülen bir kadın olabilirim diye öldükten sonra aramamanız için Instagram hesabında siyah beyaz fotoğraf paylaşmak zorunda kalan kadınım.


Ben, öldükten sonra Twitter’da bir gün gündem olduktan sonra unutulacak kadınım. Ben, katili serbest bırakılacak kadınım. Ben, kendi ayakları üzerinde durabilmek için iş ararken tecavüze uğrayarak öldürülen kadınım. Ben, duygularıma hakim olamadan bir caniye aşık olduğum için beni kölesi zannederek öldürülen kadınım. Ben, öldürülen kadınları savunmaya çalışırken öldürülen kadınım. Ben, işkence edilerek öldürülen kadınım. Ben, parçalanmış şekilde çöp kovasında bulunan kadınım. Ben kaybolduktan üç gün sonra cesedi çöplükte bulunan kadınım. Ben, evlilik teklifini reddettiği için öldürülen kadınım. Ben, okula gönderilmeyen, zorla ve tanımadığı biriyle evlendirilen, âşık olmayı öğrenmeden eşi tarafından öldürülen kadınım. Ben, yakılarak öldürülen kadınım. Ben, çocuklarıma bakamadığımda intihar etmek zorunda kalan kadınım. Benim ismimin bir önemi yok demiştim, yine de ismimi merak edenler; benim ismim Özgecan, Ceylan, Ayşe, Pınar, Özlem, Işıl, Sibel, Münevver, Mine, Sema, Melek, Şule… İsmimin ne olduğu fark eder mi? Ben Türkiye’de bu yazıyı yazmak zorunda kalan bir kadınım.




Annesi, yazının sonundaki tarihi gördü ve “Üç gün önce yazmış.” dedi. Yazıyı okuduktan sonra ağlaması şiddetlenmişti. Melek, üç gündür kayıptı. Melek’in annesi, Melek’i odasında göremediği andan beri odasına da girememişti. Melek’in kokusuna hasret kaldığı için odasına girerek yastığına sarılmıştı. Yastığa sarıldığında yastık kılıfının içinde kâğıtların olduğunu fark etmişti. Kâğıtlara resimler çizmiş, yazılar yazmıştı. Son olarak bu kâğıdı okumuştu. Korkusu, acısı daha da arttı. Melek, ismi gibi annesinin de meleğiydi. Annesinin meleği olan Melek, kimin kurbanıydı?