Kimi zaman okuduğum şiir dizelerinde kimi zaman bir betimlemede “o kadın” olmayı arzularken buluyorum kendimi. Ömer Lütfi Mete’nin yazdığı bir şiirinde,
"Ateşten,
Kalleşten,
Mızrakla gürzden,
Dabbetülarz'dan,
Deccal’dan, yedi düvelden,
Korku nedir bilmeyen ben,
Tir tir titriyorum Gülce’den.
Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan.
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum.
Saniyeler gözlerimde birer can,
Her saniyede bir can veriyorum."
Uğruna dizeler yazdığı, delicesine sevdiği “o kadın” olmayı ve bu dizelerin bana yazılmış olmasını isterdim...
Aysel Gürel’in yazdığı bir şarkısındaki gibi;
"Kıskanır rengini baharda yeşiller
Sevda büyüsü gibisin sen, Firuze
Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu
Üzüm buğusu gibisin sen, Firuze."
“O kadın” ben olmak isterdim...
Güzel sevilmeler ve güzel sevmeler kalbimde yeni notalar keşfettiriyor. Bir insanın bir insanı sevmesindeki o eşsiz büyünün şiirlere ve şarkılara bu denli sinmesi beni mest ediyor. Küçükken parfümlerin tanıtım kataloglarında bileğin kataloğa sürülmesiyle o parfümün kokusunu anlayabiliyorduk. İçten yazılan bir dize de bende aynı etkiyi bırakıyor. Gülce şiirini ve firuze şarkısını her dinlediğimde sanki ruhumu o dizelere sürmüşümde o sevginin rüzgârı tenimi okşayıp geçmiş gibi hissettiriyor.
Ne zaman ruhum aşkı aşerse bu iki parçaya koşup dünyada güzel sevmelerinde olduğuna inandırıyorum. Bir gün o kadar güzel sevilen “o kadın” sen olacaksın diyorum kalbime, elbet bir gün...