Ferhat; otuz beş yaşında bir fotoğraf sanatçısı. Liseyi bitirdikten sonra, taşradan İstanbul’a gelmiş, birkaç yıl çalışıp biraz biriktirdikten sonra, Beyoğlu’nda küçük bir fotoğrafçı dükkanı açmıştı. İşine aşıktı. Çekilen fotoğrafların, bir anı olarak saklanacağını, yıllar sonra o fotoğraflara bakılınca o anın tekrar yaşanacağını bilir ona göre işini yapardı.

         Hafta sonları makinasını alır, İstanbul’un ücra sokaklarına, bazen kalabalık meydanlarına, deniz kenarına, parklara gider gördüğü çocukların fotoğraflarını çekerdi. Gülen çocuklar, ağlayan çocuklar, top oynayan, bisiklet süren, düşen, koşan, gazoz içen, dondurma yiyen çocuklar… Çocukların her halini her rengini çeker biriktirirdi.

         Yıllardır çektiği çocuk fotoğraflarının hepsini özenle saklamış, bunlar arasında seçmeler yapmış ve bu seçkilerden bir sergi açmaya karar vermişti.

        Serginin açılacağı yer tutulmuş, tanıtım afişleri, davetiyeler hazırlanmış, bütün hazırlıklar neredeyse tamamlanmıştı. Davetliler arasında ‘’Zamanı Makinası ile Mühürleyen Büyük Usta’’  da gelecek ve birlikte çekilmiş bir fotoğrafları olacaktı. O kadar heyecanlıydı ki, o an heyecanının fotoğrafı çekilebilirdi. Heyecanını biraz olsun yatıştırmak için, evin içinde dolandı, açıp bir şeyler izledi. Yetmedi, eski fotoğraf albümlerini karıştırdı.

         Kendi çocukluğuna ait sadece iki fotoğraf vardı. Bunlardan biri kendisinin beş yaşında iken, babasına ait Polaroid Makinayla çekilmiş aile fotoğrafı, diğeri ise bütün sınıfın tek karede toplanmış olduğu İlkokul Mezuniyet günü fotoğrafıydı. İlkokul fotoğrafına uzun uzun baktı, siyah önlükleri ile kızlar önde, erkekler arkada dizilmişti. Hemen önünde ise çocukluk aşkı Zeynep vardı. İlkokuldan sonra onu bir daha görememişti. Ortaokul bittikten sonraki yaz köye ölüm haberi gelmişti, Zeynep ilaç içerek intihar etmişti. Sebebini kimse bilmiyordu. Zeynep’ten geriye sadece bu fotoğraf kalmıştı. Derin bir iç çekti, boğazına bir şey düğümlendi.

         Aile fotoğrafına baktığı esnada kendisine bir telefon geldi, telefonun diğer ucunda yaşlı ve yorgun bir ses, babasının öldüğünü söyledi. Elinde bir çocukluk fotoğrafı, o an bir karede donmuş vaziyette ne diyeceğini bilemedi. Üstelik yıllardır hayalini kurduğu sergiyi açmasına günler kalmışken.

         Uzun yol yoracaktı ama sergiye yetişmesi için de bir an önce gidip defin işlemlerini yapması gerekiyordu. Elini yüzünü yıkadıktan sonra yanına Fotoğraf Makinasını alıp yola koyuldu. Berrak bir yaz gecesiydi, İstanbul’a yerleştikten sonra ilk defa doğup büyüdüğü köye yolculuk yapacaktı. Çocukluğu, babası her biri ayrı bir hüznü içinde taşıyan fotoğraf karesi gibi gözünde canlandı. Babasıyla araları çocukluktan beri iyi değildi, köyden ayrılıp İstanbul’a yerleşmesinin sebeplerinden biriside buydu.

        Sabah saatlerinde hayli bir yol aldığını ve sergiye yetişmek için epey zaman kazandığını düşündü. Bir dinlenme tesisinde durup kahvaltı molası verdi. Kahvesini içtiği esnada karşısındaki masaya çocuk yaşta sayılacak yeni evlenmiş bir çift oturdu. Ağlamaktan gözleri şişmiş kızla göz göze geldiklerinde donup kaldı. Makinayı alıp o anı çekme refleksini sanki oracıkta kaybetti. Yıllardır, sokaklarda meydanlarda aradığı gözler, bakışlar orda karşısında duruyordu ve Ferhat ne yapacağını bilemedi. Zeynep’in gözleri karşısında duruyordu. Artık yola çıkması gerekiyordu, ancak bu gözleri bir daha bulamayacağından da emindi. Yaşadığı şoku atlattıktan sonra makinasını alıp parmağını deklanşörden kaldırmadan üst üste o anı çekti. Bunu fark eden kızın bir anda ifadesi değişti, az önce ağlayan çocuk gitti, yerine poz veren gülen gülümseyen çocuk geldi. Ferhat yolla çıkması gerektiğini hatırladı ve hayatında belki de bir daha görmeyeceği bu kıza gülümseyerek veda etti.

        Birkaç saat sonra köye vardı. Defin işlemleri yapıldı. Dualar edilip haklar helal edildikten sonra , kendisine haber veren Hidayet amca dışında herkes köye döndü. Ferhat bir yandan göz yaşları dökerken bir yandan da içinden babasıyla uzun uzun konuştu. Ona da veda etme zamanı gelmişti. ayağa kalktı Hidayet amcaya dönüp;

-Hidayet Amca Biliyor musun?


Çocukluğumda Babamın Fotoğraf Makinası vardı, ama bizi çekmiyordu…dedi.

 



                                                                                             Hasan Hasari